Her
karış vatan toprağımızın olduğu gibi, Bursa işgal yıllarını çok acı tecrübe
etmişti. Bursa'da yaşanan acı ne Bursalıların ne de Türklerin acısıydı. Beraber
yaşayan iki toplumun, aralarından olmayanlarının açtığı ateş altında verdikleri
hayat mücadelesinin bakiyesiydi. Dinmeyecek, bitmeyecek ve anlatılamayacak bir
yaraydı işgal. Tarih kitaplarını, hikayeleri, günlükleri, romanları dolduran
sayısız bahtsız anılarla dolu bir süreçti bu. Hala konuşuyoruz, hala yaşıyoruz
ve yaşayacağız. Anlatacağız da... "Bu şehirdeki mezalim tarih
incelemelerinin dışında konuyla özel olarak ilgilenenlerin ulaşabilecekleri
gazete sütunlarındaki yazılarda ve sınırlı sayıdaki edebî eserde karşımıza çıkmaktadır".
Edebiyatımıza yansıyan işgal günlerini ve mezalimi okumak isterseniz Alev SINAR'ın
"
BİR ŞEHRİN EDEBİYATA YANSIYAN ACI
HİKÂYESİ: MİLLİ MÜCADELEDE BURSA "
adlı makalesinden başlamanızı öneririm. bu makale size güzel bir kaynakça
olacak ve bundan sonraki okuma programınıza yeni eserler ekleyecektir. makalede
geçen her edebi eseri tek tek okumayı arzu edeceğinizi umarak, iyi okumalar
dilerim...
Öz'den:
"Bursa’nın işgal
süreci sadece tarih incelemelerine yansımamış, o ateşten
günleri yaşayanların
kalemleri vasıtasıyla edebiyata da aksetmiştir. Şehrin işgal
öncesi durumu, işgali ve
kurtuluşu doğrudan doğruya belge niteliği taşıyan
komisyon raporlarından ve
meclis zabıtlarından takip edilebileceği gibi gazete
yazılarında, hatıralarda,
hikâye, roman ve şiirlerde de yansımasını bulmuştur. Bu
yazıda, Osmanlı’ya
başkentlik yapmış ve Türk-İslâm kültürünü somut bir şekilde
yansıtan bir şehrin Millî
Mücadele içindeki acı hikâyesi edebiyatçıların
gözlemlerinden yola
çıkarak aktarılmaya çalışılacaktır" Alev Sınar.
İçinden:
“Bursa’da bir tütün tüccarı Petro Avramidis vardı.
Bu,
beraberinde üç kişiyle
birlikte Beşevler’de konaklayan Albay Cirolis’e gitti,
şehrin teslim olduğunu
bildirdi. Albay da Bursa’yı işgal ettirdi. Petro
Avramidis’le bir Yunan
Binbaşısı Belediye önüne geldiler. Buradakiler,
balkondan beyaz bayrak
sallandırmışlardı. Biz seyrediyorduk, ağlamaya
başladık…”(Akkılıç, 1997:
298)
“Bursa’da kelleleri ağaçlara asarmış bunlar. Kestane
ağaçlarına.
Sıra sıra kelleler. (...)
Ecnebi gazeteciler köylere girip çıkarak rapor
tutarlarmış. Yunanlıların
kaç kişiyi katlettiklerine dair... Yunanlılar
bizimkilere türlü türlü
işkenceler ederlermiş. Gözlerini oymaktan tut,
şurasını burasını kesmeğe
kadar” (Çokum, 1993:363).
“Bursa bizim ikinci Kabe’mizdi. Cedlerimiz,
padişahlarımız,
sanatlarımızla taşlarına,
topraklarına kadar Türk olan Bursa şimdi
hainlerin elinde çarmıha
gerilen, bin yarasında bin sızı, sabırlı bir
Mesih’den başka bir şey
değil.
Bursa ne silahlı bir
şehirdi, ne de askerdi. Bursa Keşiş'in eteğinde
itikâfa çekilmiş vecd
içinde derin bir sanatkâr, bir abiddi. Medeniyet
dünyasının bizi terbiye
etmek için (!) silahlandırarak memleketimize
salıverdiği Yunan
çocukları kim bilir ona neler yapmışlardır!
“Ya Yeşil Bursa? Kuvvetimizi ilk denediğimiz,
istidâdımızı ilk
gözümüzün önüne
koyduğumuz o ced ve anane toprağı Bursa...
Heyetin, Türk kuvvetinin
ve Türk güzelliğinin meydana konmuş ilk
sergisidir. Kıyamete
kadar da öyle kalsın inşallah!
Devlet kuran Osman; ordu
kuran, kale, kıta alan Orhan; mülkler
zapteden, Edirne’ye de
senin gibi Türk sîmâsı çizen Kosova şehidi
Hüdâvendigâr; Yıldırım’ın
oğlu, ikinci müessis, Çelebi Mehmed sende;
Muradiye sende, eşsiz
Yeşil Cami sende, Yeşil Türbe sende...”
"Artık yalnız eli silah tutanlar değil, beş on
okka yük taşıyabilecek,
bir kağnının öküzlerine
embel dürtebilecek çocuklar ve kadınlar da cihada
akıyordu. Daha şimdiden
isimler çıkmıştı ortaya; Kara Fatmalardan, Ayşe 347
onbaşılardan, Pembe
çavuşlardan bahsediliyordu. Kadınlık ilk defa
şehadet ve gaza
mertebelerine ermişti.”(Buğra, 2000:141-142)
“Bizim Mektep, hususi bir mektepti. Zehra Abla adında
biri
açmıştı. (…) Bizim
Mektep, Bursa mıntıkasında kalan gizli milli
mücadelecilerin uğrağı
idi. Orada toplanırlar, Ankara ile oradan
yazışırlardı. İstilâ
kuvvetleri bunu şöyle böyle haber almışlar ve Zehra abla
aleyhine deliller
toplamışlar ve bir gün kızcağızı yaka paça edip prangaya
vurmuşlardı. Kurşuna
dizileceği söylendi. Sonra Girit zindanına
gönderildi.”(Aka Gündüz,
1945: 151)
“Gazi’nin Bursa’ya ilk girişini seyrettim. Bu, bende
feci, elîm bir
hatıra uyandırdı. Birkaç
sene evvel Franşe Despre adında bir Fransız
kakavanı da İstanbul’a
şatafatla girmişti. O girişle bu giriş,
hayalimde
karşılaştı. Yahudi
palelerinin bile alay ettikleri o girişle, cihanın parmak
ısırdığı bu giriş
arasındaki fark ne azametliydi!” (Aka Gündüz, 1943: 157)
U.Ü. FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ
SOSYAL BİLİMLER
DERGİSİ
Yıl: 8, Sayı: 13,
2007/2
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder