KAPAKLARDAKİ ULUDAĞ
Çoğu
zaman hızlı bir göz gezdirme sonrasında çöpe atılan kirli beyaz - sarı
sayfalar…
Hayatın
içinden günleri, haftaları, ayları ve yılları belgeleyen; dolu dolu satırları,
rengârenk kapakları, arka sayfalarında bulmacaları, iki satır ciddi memleket
meselesi yanında sayfalar dolusu ıvır zıvırları, duygusal, maceracı ve bazen de
dedikoducu dostlar onlar.
Kitap
kadar itibar görmedikleri, televizyon gibi takip edilmedikleri, radyo kadar ses
getirmedikleri aşikâr olsa da, Pazar günlerinin vazgeçilmez misafiri, okuma
koltuklarının eşsiz yaveri ve sıkıntılı zamanların eğlencesi olmadıklarını kim
söyleyebilir.
Dergiler,
süreli yayınlar, ekler, Pazar ilaveleri… Siz nasıl derseniz artık!
Akşam
iş dönüşünde, durakta otobüs beklerken, gazete bayisinin camından gözüken büyük
puntolu manşetleri, çekici bir aktris fotoğrafı veya şahane bir deniz manzarası
ile döşeli kapakları çoğu zaman alıp bizi götürmez mi? Hayal meyal, diyar
diyar…
Beni
de böyle alıp götürdü işte kütüphanemin raflarından elime geçen 1930’lardan
kalma bir dergi. Aslıhan Pasajında bir sahafta, büyük bir koli içinde diğerleri
gibi kaderine tek edilmiş ve hasbelkader günümüze ulaşmış bir “7 Gün dergisi”.
Kapakta
kayaklarını omzuna yaslamış güzel bir kız, fonunda kayak yapan adamlar…
Dışarıda
lapa lapa karın yağdığı ve Uludağ’ın bütün ihtişamı ile Bursa’ya kol kanat
gerdiği şairane bir gün…
1930’lardan
günümüze misafirim olan yorgun ama neşeli, sararmış ama renkli dergim…
Özlem
dolu bir saat beni bekliyor.
Kapağı
uzun uzun inceledikten sonra, Cemal Kutay’ın kaleminden okuyorum kapak
devamını…
“DAĞ DENİZ KAR ORMAN ULUDAĞ” YEDİGÜN 21 İkinci teşrin 1939[1]
Kış geldi artık. Hayatı takvim yaprakları üzerinde sayan
dünkü neslin insanları, belki şimdiden ilkbaharı özleyerek cemreleri
hesaplamaya başladılar. Bugünkü nesil ise elinde kayağı, tepelerin üzerinde kar
irtifaının adaleleşmiş vücudunun taşıyamayacağını hesaplayarak mayosunu
hazırlıyor. Fakat üzüntüye ne lüzum var? Bütün coğrafya kitaplarının tekmil
hususu ile anlatmak için aciz duyduğu hakikati hatırlayınız. Türkiye
küçültülmüş bir cihandır. Bu cihanın her köşesinde bütün sihirli haliyle bahar
yaşarken bir tarafında yazın kavurucu, sıcak yüzü, bir tarafında sonbaharın
olgun, fakat yaşlanmaya başlayan bir kadın ağırlığı ve hüznünü taşıyan çehresi,
bir tarafta kışın sert ve haşin varlığı hüküm sürer. Tabiat bu topraklar
üzerinde yaşayan milletin yeryüzünde insanlığı temsil ettiğini düşünmüş ve ona
anavatan olarak küçültülmüş bir cihan hediye etmiştir.
Resim 2: Ormanı, denizi, dağı, kuzusu, kar’ı…
Bursa’nın Uludağ’ı.7gün dergisi
|
Tabiatın en heybetli varlığının dağ olduğunu nasıl inkâr
edebilirsiniz. Dağ insan varlığının tabiatta karşısına çıkan en canlı bir
kuvvetin timsalidir. Hayatı kendisine gaye edinen insan için bu mücadelede
yenilecek en büyük kuvvetlerden birisi dağdır. Dağ yolları uzatır, dağ bir
ovanın düzlüğünden uzak yalçın bir duvar olur. Dağ kalpleri gönülleri
birbirinden ayırır, dağ daima önümüze çıkar, dağ her zaman aşmak zorunda
olduğumuz yer, ona çıkarken bile secde eder gibi öne büküldüğümüz en çetin bir
kuvvettir.
Bir Türk olarak dağ kelimesini anarken Uludağ’ı nasıl
hatırlamazsınız? Fakat Beynelmilel Avcılar Birliği reisi Kont Maxim de Krok
diyor ki: Uludağ’ı görmeden ve gezmeden Türkiye’yi gezmiş ve görmüş
sayılamazsınız!
Yeni yeni ciddiye alınmaya
başlanıyor turizm meselesi besbelli. Aydınlar kafa yormaya başlıyor, dünya ile
mukayese edilmeye başlanıyor her yapılan.
O günlerde 7 Gün, Hayat, Modern
Türkiye, Bütün Dünya vb. gibi dergiler toplumumuzun ekonomik, sosyo-ekonomik,
politik hatta ideolojik yapılanmasında etkili olmuş, zihinlerdeki mesafe olgusu
yeniden biçimlendirmiş, dünyada uzakları yakınlaştırmıştır. Gittikçe artmaya
başlayan okuma yazma oranı ile birlikte 1930’lu yıllarda yaygınlaşmaya başlayan
yeni harfli Türkçe haftalık magazin ve kadın dergilerinin tirajları da yükselen
bir grafik çiziyordu. Hal böyle olunca da magazinsel- sosyal dergicilik,
toplumumuzun hayat tarzını etkilemeye başlıyor, batılılaşma ve modernleşmeye
yönelik yayınlar da dikkat çekmeye çalışıyordu.
1930'lu yılların magazin dergilerinin en önemli özelliklerinden biri,
Avrupa’da yaşanan şaşaalı hayatı tanıtmak, özellikle kadınların kıyafetinden
ailedeki konumuna, uyulması gereken adab-ı muaşeret kurallarından, görgü
konularına ve cinselliğe kadar “batılılaşmayı” tüm kadınlara yaymaktı.
İşte tam bu sıralarda, dünyayı kasıp kavuracak 2. Dünya savaşının
etkileri başlamadan bütün dünya basını olimpiyatlardan, sporculardan
bahsediyor, Alplerdeki kayak müsabakaları dergi sayfalarını işgal ediyor, hatta
Avrupalı jet sosyete kadınların nasıl kayak yaptıkları mevzusu tüm dergilerde
yer alıyordu. Turizm ve kayak sıkça telaffuz edilen bir konu halini almış,
bizim yeni yetme dergiler de bu konuya kayıtsız kalmamak istemişlerdi. Bu
dergilerden biri de Celal Ergun’un sahibi olduğu “Modern Türkiye”[2] idi.
Masmavi bir gökyüzü ve Uludağ’da beyaz karlar üzerinde kayak yapan
kadın resmi derginin 24 1. Kanun 1938 sayısının kapağını süslüyordu.
Uzak Şarkta Neler Var? Bir Günde 5
Evlat Doğuran Ana, Ana Sevgisi, Güzeller Seçilirken, Madam Atina’nın Tuzağına
Düşenlerden Şükran Anlatıyor, Dünyanın Biricik Yüz Boyacısı “Maks Faktor”, Genç
İstidatlar, Ecnebi Karikatürleri diye akıyor iç sayfalar.
“Modern Türkiye” adı üstünde: 1940'lı
yıllarda Türkiye’de daha önceden hiç duyulmamış konulardan bahsediyordu.
Bu arada da yine batılı akranları ile mukayese edilen gençler bir yazarımızın
diline fena düşüyordu. Başı dumanlı Uludağ’ımız da bu eleştiri yazısına vesile
oluyordu.
![]() |
Resim 4: Bir ski partisinde karlar üzerinde mola
veren iki arkadaş. Modern Türkiye 1938
|
“SIHHATLİ İNSANLAR İÇİN KARAKIŞ BİLE NEŞE KAYNAĞIDIR”[3]
Dünya gençliği karlı dağlar da birbirleri ile yarışa
girişirken bizim hala Arnavut kaldırımlarında kızak kaydırarak yahut köşe
başlarında kartopu oynayarak kış geçirmemiz biraz değil, hayli garip ve
hazindir.
Birçok memleketlerde yalnız gençler ve sporcular değil, orta
yaşılar, hatta ihtiyarlar bile kışı iple çekerler. Ve şehirlerin sıcak ocak
başlarından, kaloriferli odalardan kaçarak soluğu karlı teperlerinde alırlar.
Orada açık havada sporun envaini yaparlar.
Bir de bizim halimizi düşünün: Her sene dinler dururuz:
Uludağ’da kayak sporları…
Kaç kişi Uludağ’a çıkıyor? Bunların sayısı yıldan yıla ne
kadar artıyor? Haberimiz bile yoktur. Diğer taraftan yalnız Uludağ yeter mi?
Şu anda Avrupa’nın her tarafındaki karlı dağlarda sıhhatli,
dinç, gürbüz, gençler neşe içinde spor yaparlarken… Bizim hatta bir
Uludağ’ımızda bile cinlerin cirit oynadığından şüpheniz olmasın!
Bu sayımızın kapağını süsleyen resme bakın, sonra bir ski
partisinde karlar üstünde mola veren iki arkadaşa bakın ve söyleyin:
Yurdumuzda kış sporlarının bugünkü uyuşukluğundan kurtulmasını
ve layık olduğu canlılığa kavuşmasını isteriz! Demekte hakkımız var mı yok mu?
Yazarı belki bu eleştirisinde
haklıydı, Uludağ’da kayak yapmak gerçek bir sıhhat kaynağıydı. Fakat Cumhuriyetinin
henüz emekleme safhasında olan, “Yeni Türkiye”de ise halkın kar yağdığında tek
derdi ısınma sorunuydu ve kimsenin aklından boyu geçen karlarla örtülü dağlara
kışın çıkmak geçmiyordu.
Birkaç deli yürek dışında…
Öğrenimi Fransa’da yapan Şaban
Örnektekin 1924 yılında “tek başına sırtında çadır dâhil, battaniye, yiyecek,
içecek,40 kiloluk bir sırt çantası taşıyarak ve iki kayak omzunda, yaya olarak
Temenyeri, su depoları, Elma Çukuru köyü ve sonra ne Büyük Otel ne Kayakevi ne
de bir tek sığınak bulunmayan bom boş Uludağ’a çıkmayı başarmıştır”. Ancak,
kötü hava şartları altında en büyük hayali olan zirve tırmanışını
gerçekleştiremeyerek birkaç günlük kayak sonrasında Bursa’ya geri dönmüştür”[4]
Zirveye çıkma hayalini
gerçekleştiremeyen bu deli yürek en azından bazı kapıları açacaktır elbet!
9 yıl sonra başka bir sporcu, Spor
Teşkilatında çalışan bir atletizm koçu olan Abraham kayaklarını kâh
sırtlayarak, kâh ayaklarına takarak 1933 yılında tek başına Uludağ’a çıkmıştır.
Uludağ’ın doğal güzelliklerine ve kayağa uygun yapısına dikkat çekmek isteyen
sporcu, bol bol fotoğraf çekerek bunları Vali Fatin Güvendiren’e gösterip,
Uludağ’ın Alplerden bir farkı olmadığını izah etmiş ve dağda mükemmel bir
şekilde kayak sporunun yapılabileceğini anlatmıştır.
![]() |
Resim 5: Kayak sporuna iştirak edenler.
|
Kulaktan kulağa yayılan bu haber,
İstanbullu macera tutkunu bir kafileyi Bursa yollarına düşürür.
İstanbul Valisi Muhittin
Üstündağ ile arkadaşları, kayak kaymak gayesiyle, 1933 yılı Nisan ayında 30
kişilik bir kafile halinde Uludağ’a çıkarak bir hafta kadar kalmışlardır. [5]
Bu haberi İstanbullulara duyurmak
görevi yine 7 Gün dergisine düşmüştü. Dergi 11 Nisan 1934 yılındaki 57.
sayısında İstanbul'dan Uludağ'a olan yolculuğu, 17 Nisan 1934 yılındaki 58.
sayısında ise Uludağ'da kayak sefasını ayrıntılı olarak anlatmış ve birbirinden
ilginç fotoğraflar ve metinlerle belgelemişti.[6]
Bu macera, Yazar Naci Sadullah ve
foto muhabiri Herr Kravze'nin, Yalova iskelesinde “omuzlarında skileri, bastonları, sırtlarında çantaları, ayaklarında
golfleri, kalın çorapları, yol pabuçlarıyla" Uludağ'a kayağa gitmekte
olan İstanbullu kayakçılarla karşılaşması ile başlayıp, beraber zorlu bir
Yalova-Bursa otobüs yolculuğu ile devam eden ve Uludağ'a ulaşım, kayak ve dönüş
anıları ile son bulan eşsiz bir hikâyedir. Sayının kapağı ise yine şahane
Uludağ fotoğrafları ile donatılmıştır.
Resim 6: Uludağ’da kayak yapan “maceracı grup” ve
eşsiz dağ manzaraları.7 Gün dergisi kapak sayfası
|
Muzip yazar, bu macerayı eğlenceli
bir dille okuyucuları ile buluşturur (muhakkak okuyun tavsiye ederim). Yalova-Bursa
hattı otobüsünün berbat yollardan geçmesinden helak olan yazar, fazla yağlarını
eritmek için bin bir yola başvuran tombul hanımlara, bu otobüsleri tavsiye ederek,
"Bir defa gidip gelirlerse yontulmuş
ince bir fidana döneceklerini" söyler... Tevfik Halis ise gülerek "Monşer, bu otobüs adam nakletmekten
başka işlere de yarar, burada biraz süt koysak Bursa'ya gidene kadar çalkalana
çalkalana tereyağına kesilir" diye cevap yetiştirmekte geç kalmaz ve yolculuk
bu şekilde zor ama eğlenceli geçer.
![]() |
Resim 7: İstanbul’da Uludağ’a yazı serisi ile “Türk gazeteleri arasında ilk büyük röportaj serisini Yedigün temin etmiş oluyor”. Büyük fedakârlıklarla hususi muhabirini ve fotoğrafçısını Bursa’ya gönderen dergi, gazete röportajcılığına yeni bir cephe vermek ister. “okuyucularımız bu seriyi büyük bir alaka ile takip edeceklerdir” diye ümitlenerek… |
Bursa’ya vardıklarında epeyce
yorulan grup, ertesi gün CHP binası önünden kalkan ‘kaptıkaçtı’ ile Uludağ’a
gitmek için yola çıkar. 9 kişidirler: Fotoğrafçı Herr Kravze, kayak öğretmeni
Herr Riedel, Dağcılık Ve Kayak Sporları Kulübü Reisi Can, kâtibi Umumi Saim Bey
(Altıok) ve Saim beyin baldızı muallim Muzaffer hanım...
![]() |
Resim 8: Uludağ’a çıkarken verilen mola 7 Gün
dergisi
|
Yoldaki güzellikler karşısında
adeta dilleri tutulur.
Karabelen’e kadarki yolculukta
içlerinden geçtikleri orman örtüsü, yol kenarından akan dereler, belirli bir
irtifadan sonra yaşadıkları “bulutların üstündeymiş hissi” bu gurubu
kaptıkaçtının içinden alıp başka hülyalara götürür. Bu sonsuz beyazlık ve
berraklıktan şehirlerin siyah ve dumanlı havasına nasıl dönecekleri konusunu
konuşmaya başlarlar…
İmdat evine ulaşan ekip, Herr
Riedel önderliğinde skilerini takıp kayak yapmaya başlarlar. Antrenörün “sürünün sürünün” demesi üzerine çok
bozulan Tevfik Halis, “kadınlara bahane
bulduğumuz gibi davranmam” diyerek öncelikle güneş kremini sürmeyi esprili
bir şekilde reddederek daha sonra kızgın güneşin yakıcı etkisinden korunmak
için kremlerini sürünürler.
Kayak boyunca Herr Riedel kayak
severleri hem eğitir, hem güldürür, hem de epeyce zorlar. Kayak bitip İmdat evine
dönen bu maceracı grup, bitkin bir şekilde şöminenin başında dinlenmeye
geçerler. Bu arada güneş kremi çok da faydalı olmamıştır anlaşılan…
“Sabah başlıyor… Güneş başlıyor…
Hayat başlıyor… Tabiat beyaz hotoz ile vakur bir gelin gibi yükselen Uludağ
zirvesinin etrafında emsalsiz bir düğün yapıyor. Hepsinin vücutları, aylarca
kızgın güneş altında banyo yapmış gibi yanık… Parafinli kayakları üzerinde,
saçları dalgalanarak aşağılara doğru süzülen genç kızlar, bu kılıkları, bu
halleri, bu tabii edalarıyla balolarda dekolte gece elbiseleriyle vals
oynadıkları zamanlardan çok daha sempatik… Balo gecelerinin bulanık havası
içinde olduğu gibi maddi arzuların ve ihtirasların membalarını tahrik
etmiyorlar.”
Sempatik? O dönemde “erotik”
kelimesin karşılığı idi herhalde…
“Kaymak öyle kolay ki… Muvazeneyi
temin edebildiniz mi burunları efzon çarıkları gibi kalkık skiler karda
kürekleri iyi çekilen Venedik gondolları gibi süzülüyor.
-Ya muvazeneyi temin edemezsek
diye meraklanmayın. Çünkü düşmek, kaymaktan daha kolay.”
![]() |
Resim 9: Ya muvazeneyi temin edemezsek diye meraklanmayın. Çünkü düşmek, kaymaktan daha kolay |
Uludağ'ın ünü her geçen gün
artıyordu. Duyanlar duymayanlara, görenler görmeyenlere anlattıkça ünlü
simalar, politikacılar, sanatçılar veya sosyete grupları Uludağ'a gelmek için
çeşitli programlar yapmaya başlıyordu.
Resim 10: “İstanbul’dan Uludağ”’a yazı serisinin 2.
Kısmını “Bursa’da Yedigün Kayak Sefası” takip etmektedir.
|
28 Nisan
1933 yılında İhsan Celal Antel ve on arkadaşının Bursa Dağcılık Kulübünü
kurması, kulübün teşebbüsü ile 1935 yılında Kayakevinin yapılması ile artık İstanbul Uludağ’a akın etmeye başlamıştır.[7] Dağın
popüler olmaya başladığı bu yıllarda, ilk Türkiye ve Dünya güzelimiz Keriman
Halis Hanımefendi de 1934 yılı kışında Uludağ’a teşrif etmiş ve basın da bu
olaya geniş ölçüde yer vermiştir. Keriman Halis, Bursa'ya geldiğinde Bursa
Dağcılık Kulübü’ne üye olduktan sonra bir grup ile dağa çıkarak kayak yapma
fırsatı da bulmuştur.
7Gün
dergisi Dünya’nın iki harikasının buluşmasını Musa Ataş'ın kaleminden okuyucuları ile paylaşmıştı.
Musa Ataş'ın kalemi bu haberde
fena çoşmuş, kanatlanmış hatta uçmuştu...Bunun tek açıklaması olabilirdi..Hayranlık
belki de aşk... Keriman Hanım’a mı dediniz? Yok canım ULUDAĞ’A…. Uludağ’a…
“Meğer tabiatın özene bezene
yarattığı iki güzelliği bir arada görmek kadar zevkine doyulmaz bir şey yokmuş…
Diyebilirim ki: bugün Uludağ
efsanevi bir dağ değil, sahiden bir cennetti, Keriman Hanım da bu cennete layık
bir huri… Yürürken onun ayaklarını; gökyüzünün rengini görmekten morarmış koyu
mavi mineler sarıyor, başının üstünde ırmakların koyu yeşil derinliklerini
andıran zümrüt gibi yeşil çam dalları titreşiyordu.
Bize öyle geliyordu ki;
Uludağ bugün Keriman için makyaj yapmış ve bir kat daha güzelleşmişti. Hatta
kartal yuvalarının üzerinde hırçın rüzgarların sık çaldıkları korkunç şahikalar
bile bugün, eşini görmediğimiz mahmur bir güzellik ve hiç rastlamadığımız tatlı
bir rehavet içinde idiler.”[8]
![]() |
|
Yıllar
geçtikçe BDK üyelerinin çabaları yerini buluyor ve 1938 yılı kışında 3000 kişi
Uludağ’a tırmanıyor.
![]() |
Resim 12:D.S.K, İ.H Alpan,
İpek Mektebi Müdürü T Yetmen, İ.C Antel, Leyla Antel, Saim Altıok, Keriman
Halis Ece, Musa Ataş(Fotoğraf;Akın Altıok arşivi)
|
1940’larda
kayakçılar kayakevinin konforu ile yetiniyor...
Bursa’da
klüp üyelerinin ve kayakçıların sayısı artıyor, hatta usta kayak yapan
kadınların fotoğrafları dergi ve gazetelerin sayfalarını süslemeye başlıyordu.
Uludağ, kayak sporu ile özellikle Bursalı bir kısım kadının modernleşmesini,
batılılaşmasını ve sporcu olmasını sağlıyordu.
Resim 13: Kayak yapan kadınlar. altta öğretmen
H.Muzaffer Kalkan, 1934 (Saim Altıok’un baldızı), üstteVali bey’in kerimesi,
1934 (soldaki fotoğraf; Akın Altıok arşivi)
|
1950’lere
gelindiğinde Uludağ kelimenin tam manası ile “hit”olmuştu. Özellikle yeni açılan
ve modernleşen otellerini İstanbullu zenginler dolduruyordu.
Resim 14: Avrupa’dan kayak manzaraları.
|
1958
yılı Hayat Mecmuası, Uludağ'a ilk ciddi çıkış olan 1933 yılına ait maceraya
gönderme yaparak 1958 yılı ilk çıkışını Sami Güner’in enfes fotoğraflarıyla
okuyucularına anlatıyordu.
![]() |
Resim 15: Kayak yapan kadınlar, Büyük gazete 25.Şubat 1935 No:18 |
“1933 Nisan ayında Uludağ’ın 2000
metre yükseklikteki otelinin bekçisi karşısında dört kişi görünce şaşırıp
kaldı. O güne kadar Uludağ’a kar mevsiminde çıkan olmamıştı. Herkes yazın
gelir, otelde kalarak dağ havası alırdı. İleride kurulacak İstanbul Dağcılık Kulübünün
nüvesini teşkil eden bu dört kişilik kafile ile Uludağ’da kayak sporu da
başlamış oldu… O günden beri memleketimizde kayak sporunda hatırı sayılır bir
mesafe kat edilmiştir. Dağcılık ve kış sporları federasyonu teşekkül etmiş,
başta İstanbul olmak üzere muhtelif bölgelerde dağcılık kulüpleri kurulmuştur.
Uludağ ise Aralık ile Nisan arasında sayısız sporcu kafilelerinin rağbet ettiği
Avrupai bir kayak istasyonu halini aldı. Otel genişletildi. Kalorifer konuldu.
Bir kayak evi ve tepeye sığınaklar yapıldı. Nihayet eski bir kayakçının
yaptırdığı “Odunpalas” ile de Uludağ 250-300 kişiyi barındıracak hale geldi. Bu
sene Uludağ’a ilk kayakçı kafilesi Aralık ayının sonlarında çıktı.”[9]
![]() |
Resim 16: Uludağ, büyük küçük demeden herkesi
kendine çekiyordu. 1967 Hayat Dergisi kapağı
|
Globalleşen dünya, buna ayak
uydurmaya çalışan Türkiye, Avrupa’ya kapılarını açan Bursa…1950’ler ve 60’larda
artık Uludağ, “kışın” olmazsa olmazı.
![]() |
Resim 17 :Çıkış: Kafile bir sıra halinde
Kirazlıyayla’dan yola düşerek 1 saat 50 dakikada 2000 metreye vardı
|
![]() |
Resim 18: Otel Ve Zirve: Yamacı dönüp
de karla örtülü zirveyi ve oteli görünce Uludağ’a ilk defa çıkanlar neşe ile
gülüp konuşmaya başladılar. Çekilen zahmete değmişti.
|
![]() |
Resim 19 Mola: Herkes kısa bir
istirahatı hak etmişti. Kayaklar ayaklardan çıkarıldı. Uludağ’ın yakıcı güneşi
ve berrak göğü altında önlerine serilen nefis manzarayı seyre daldılar. Sonra
tekrar kayaklar ayaklara geçirildi. Nefis yemekleri, sıcacık salon ve odaları
ile kendilerini bekleyen büyük otele doğru inişe geçtiler.
|
![]() |
Resim 20: Ustalar Ve Acemiler: Ertesi sabah
güneş ilk ışıklarını yamaçlara sererken Uludağ yeni bir güne hazırlanıyordu.
Kahvaltıdan sonra herkes dışarı çıktı. Toplu halde kayakçılara talimat verildi.
Kimi tekerlendi, kimi düşüt kimi kaydı. Ustalar bol bol hünerlerini göstererek
kurtlarını döktüler. Herkes hayata yeniden doğmuş gibi mesut, neşeli ve
bilhassa sıhhatliydi.
|
Sadece İstanbul sosyetesi değil,
artık Ankara, İzmir ve bütün Marmara bölgesinden, yakın Avrupa ülkelerinden,
bazı Arap ülkelerinden misafirler, hatta çeşitli kolej öğrencileri de kış
tatillerini Uludağ’da geçirmeye başlıyor, otellerde “rekabet” kelimesi telaffuz
ediliyor.
Bu arada Kayak Federasyonu, BDK ve
bireysel katkılarla düzenlenen Milletlerarası Uludağ Kupası kayak yarışları“o
günün koşullarında” görkemli geçiyor.
![]() |
Resim 21:Uludağ 8. Defa uluslar arası kayakçıları ağırlıyor. Hayat Mecmuası |
“Ilık bir bahar havası bütün yurdu kaplarken 1967 Uludağ
kayak mevsimi heyecanlı bir müsabaka ile kapandı.
Türkiye Kayak Federasyonu tarafından tertip edilen Uludağ
Kupası kayak yarışmalarının bu yıl yapılan 8.sinde Türk, Fransız, İtalyan,
Yugoslav, Lübnan, Bulgar ve Avusturyalı kayakçılar katıldılar. Geçtiğimiz hafta
Uludağ’da yapılan yarışmalar iyi bir organizasyonla ve müsait hava şartları
içinde yapıldı ve zevkle takip edildi. Tecrübeli ve şöhretli misafirler
arasında kayakçılarımız derecelere giremezken, Fransız Alain Penz slalom ve
büyük slalomda birinci gelerek bu yılın şampiyonu oldu.
Fatintepe-Mandıra arasındaki 450 m. Mesafede yapılan ve 30
kayakçının katıldığı slalomda ilk 3 şöyleydi
Penz-Fr. 94.1; J.Augert Fr. 94.3; E.Demetz-İtl. 97.5
Bizden en iyi dereceyi yapan Salih Yurdakul ise 10. olabildi
Kuşaklıyaka-mandıra arasındaki 1500 m. İniş parkurunda ve 61
kapılı olarak yapılan büyük slalomda ilk 3 şöyleydi
Penz 89.3; Erich Sturm Av. 98.6; Roger Rossat Fr 89.7
Türk takımından en iyi dereceyi yapan Bahattin Topal ise 16.
Geldi”
![]() |
Resim 22: Kayak müsabakasında dereceye girenler
|
Basında sıkça yer alan kayak sporu
ve Uludağ, 60’larda meşhur olan başka bir kavramla tanışıyordu. “Gece
Eğlenceleri”. Oteller, girdikleri rekabet içinde, gündüz karda alabildiğine
kayanlar gece gazinolarda diledikleri gibi dans etsin diye çeşitli eğlenceler
düzenliyor, danslı, içkili ve çoğu zaman misafir sanatçılı bu eğlencelere
katılanların fotoğrafları ertesi günlerde magazin dergilerine konu olmaya
başlıyordu. Gitmeyenlerin gözünde Uludağ artık tam anlamıyla bir “sosyete
mekânı” haline gelmişti. Başlı başına ekonomik güç gerektiren kayak sporu; dağa
ulaşım, otelde konaklama gibi masrafların yanına bir de bar eğlencesi eklendi
miydi; bir kısım geziyor, bir kısım ise sadece izlemekle yetiniyordu…
İzleyenler de gezenlere laf etmeden olmuyordu tabii ki.
![]() |
Resim 23: Uludağ’da tatlı hayat. Hayat Dergisi
kapağı 1967
|
“İki şahsiyetli insanlar gibi,
kış mevsiminin dondurucu soğuğunda Uludağ’a gidenler, birbirine taban tabana
zıt iki âlemde yaşarlar… Gündüzleri o temiz dağ havasını teneffüs eden
ciğerleri, geceleri şöminelerde, sobalarda yanan odunların veya dudaklarında
tüten sigaraların dumanlarıyla dolar… Gündüzleri dondurucu dağ rüzgârının
etkisiyle pençe pençe kızaran eler, yüzler; geceleri sobaların, şöminelerin
veya kaloriferlerin sıcaklığıyla alevli bir kızıllığa bürünür. Yine gündüzleri
yamaçların uçsuz bucaksız beyazlığı içinde yalnızlık sarhoşluğuna kapılanlar,
geceleri kaldıkları otelin büyük salonunda omuz omza şarkılar söylerler,
danslar ederler, türlü türlü oynarlar…
![]() |
Resim 24: Eğlencenin her çeşidi vardır Uludağ’da. Caz
havası, dans havası ve göbek havası.
|
![]() |
Resim 25: İşte Uludağ’ın 1960’larda en lüks köşesi.
Büyük Otelin pavyonundan bir görünüş.
|
![]() |
Resim 26: Peki ya kayak sırasında sakatlananlar?
Tepede o günlerde doktor bulunmaz. Ciddi bir incinme veya kırılma halinde,
kazazede ya sırtta ya da sedye ile Kirazlıyayla’ya, hatta icabında şehre
taşınır.
|
![]() |
Resim 27: Uludağ güzeldir, hoştur ama bir de yer
bulamadınız mı, sefaletin ta kendisidir.
|
![]() |
Resim 28:1960 yılında hizmete giren modern teleski
tesisatı ile kayak severler kayakevine rahatça çıkıp inebilmeye başlıyorlar.
|
“Sözün kısası Türkiye’nin en gözde kayak merkezi Uludağ’ın
gündüzü güzel gecesi ise bir başka güzeldir…”[10]
![]() |
Resim 29: Kirazlıyayla Uludağ arasında araçların
yolda kalması da, bozulması da, uzayıp giden kuyruklarda helak olmak da bu
maceranın olmazsa olmazları…
|
1930’larda maceracı bir kaç insanın
ülkemiz turizmine kazandırmak için didindiği Uludağ, o günlerden bu güne yazılı
basında çokça yer almıştır.
Bu yazı içerisinde 1960’lara kadar
ki dönemin naif, esprili, renkli ve magazinsel basınından ufak kesitlerle takip
etmeye çalıştığımız “kapak güzeli” günümüzde yaygın biçimde bilinen ve hatta
tüketilmeye çalışılan “bir avuç cennet” tir. Bir dönemler kapaklardan inmeyen
Uludağ, günümüzde sanki keşfedilmiş, fethedilmiş hatta gasp edilmiştir…
Oysaki bizim anılarımızdaki Uludağ,
şehrimizin üstünde hala gizli, esrarlı ve başı dumanlı bir gelin gibidir.
TEŞEKKÜR: www.bursadagcilikkulucu.com sitesi kurucusu ve yazarı sevgili Akın Bey'e kaynak paylaşımı için teşekkürler
[1]
YEDİGÜN dergisi 21 İkinci teşrin 193, M.C Bursa Kültür Kaynakları Araş.Kütüp.
[2]
Modern Türkiye 24 1. Kanun 1938 M.C Bursa Kültür
Kaynakları Araş.Kütüp
[3]
Modern Türkiye 24 1. Kanun 1938 M.C
Bursa Kültür Kaynakları Araş.Kütüp
[4]
Şaktimur,Şemsi;Türkiye’de
Kayak Sporunun Tarihçesi,1994,sh.73-75, http://www.bursadagcilikkulubu.com/
[5]
) Ataş, Musa: Dünya Cenneti Uludağ, 1951, sh.
59-60 http://www.bursadagcilikkulubu.com
[6]
7 Gün dergisi 11 Nisan 1934 yılındaki 57. Sayısı, 17 Nisan 1934 yılındaki 58.
sayı
[7] Kulübün kuruluş tarihi Bursa Halkevi’nin 1933
yılına ait Raporunda 22.4.1933 olarak gösterilmektedir (Bu kitabın 8 inci
sayfasındaki 8 nolu dip notuna bk.). Kulübün 1944 yılındaki Yönetim Kurulu;
Başkan İ.Celal Antel,Katip Selim Süter,Üyeler Turgut Karatal,Dr.Cevat Tahsin
Peksun ve Sedat Ateş. www.bursadagcilikklubu.com
[8] Musa Ataş ;Yedigün. 4 Temmuz 1934, no.69,
sh.7 vd.Mümin Ceyhan Bursa Kül.Kay.Araş.Kütüp.
[9] Hayat mecmuası, 1958
[10] Hayat Mecmuası 2
Şubat 1967 6. Sayı, Mümin Ceyhan Bursa Kül.Kay.Araş.Küt.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder