17 Ocak 2013 Perşembe


HAYALLERİN PERDEYE YANSIMIŞ HALİ…KARAGÖZ VE HAYALİ R. ŞİNASİ ÇELİKKOL



Kimi araştırmacılara göre Orta Asya veya Uzakdoğu’dan kimilerine göre de Mısır’dan Anadolu topraklarına geldiği savunulan Karagöz Gölge Oyununun Osmanlı’da varoluşuyla ilgili birçok bilgi, belge, söylenti vardır. Bunların arasından resmi ilk belge şehzadelerin sünnet şölenini anlatan 1582 tarihli Surname-i Hümayun'da olup, Macar bilimci Kunoş’un tespit ettiği; Alman Ritter ile Jacob’un da kaynak olarak gösterdiği rivayet ise Karagöz’ün Sultan Orhan devrinde (1324-1362) Orhan Külliyesinin inşaatı sırasında Bursa’da yaşamış olduğudur. Rivayete göre Orhan Gazi'nin, "cami vaktinde bitmezse kelleni alırım" dediği cami mimarı, caminin vaktinde bitmemesine külliye’nin inşaatında çalışan demirci ustası Kambur Bâli Çelebi (Karagöz) ile duvarcı ustası Hacivat arasında geçen neşeli ve nükteli konuşmaları dinelemeye dalan diğer işçilerin sebep olduğunu söyleyip Karagöz ve Hacivat'ı şikâyet eder. Bunun üzerine bu ikili başları kesilerek idam edilir. İdamlara bütün halk çok üzülür. Daha sonradan padişah halk tarafından bu kadar sevilen iki kişiyi idam ettirdiği için pişmanlık duymaya başlar. O sırada Şeyh Küşterî adında biri, Orhan Camii’nin önünde meydana çıkar; başındaki beyaz sarığını bir perde gibi gererek, arkasından yaktığı ışık ile ayağındaki iki çarığı -daha önce bolca dinlediği -Karagöz ve Hacivat gibi konuşturup, halkı güldürerek, Karagöz gölge oyunun temelini atmış olur.
İmparatorluk döneminde sarayın ve halkın en yaygın eğlencelerinden biri olan Karagöz oyunu,  19. yüzyılda Karagöz sanatçılarının yöneticileri fazlasıyla taşlamasından dolayı sansüre uğramıştı. Aynı dönemde Batı tiyatrosunun halk arasında kabul ve ilgi görmesiyle de Karagöz gösterilerine ilgi azaltmıştı. Cumhuriyet dönemine kadar süren savaş ortamında iyiden iyiye unutulan bu eğlence kültürü, 1932 yılında açılan Halk Evleri ile yeninden nefes almış. 1952 yılında Halk Evlerinin kapatılmasıyla Karagöz sanatçıları tekrar sıkıntılı bir döneme girmişlerdir. o günden bugüne yürütülen çabanın çoğu bireysel azı da bazı kurum ve kuruluşların olarak devam etmiş.
“Karagöz Perde oyunu”, sözlü gelenek ve anlatımları; geleneksel müzik ve tiyatro gibi gösteri sanatlarını içinde bulunduran; toplumsal törenlerde, kutlamalarda-şenliklerde oynatılan geleneksel bir sanattır. Halk kültürümüzdür. H. Ritter’in de dediği gibi Karagöz ve Hacivat hayal perdesine Anadolu’da girmiş, kendini ve tiplemelerini bulmuş, bu halkın kültürü olmuştur. En azından 5 yüzyıldan günümüze kadar aktarılan bu kültür, bir zamanlar toplumun en önemli eğlencelerinden biriyken günümüzde korunması için UNESCO’nun kalkanına ihtiyaç duymaya başlanmıştır. Dünya’nın''Somut Olmayan Kültürel Miras'' listesine giren Karagöz oyunu, anavatanı olan Bursa’da ve Türkiye’nin birkaç ilinde daha sanata gönül vermiş “bir elin parmakları kadar” sayıları olan “hayali”ler sayesinde varlığını sürdürmektedir.

“Başlar mısın, başlayalım mı?
Karagöz’ün evini taşlayalım mı?”

Biz de bir Hayali'nin dilinden Karagöz'ü dinlemek için tutuyoruz Misi (Gümüştepe) Köyü’nün yolunu. Orhaneli yolundan köye girip köprüyü geçince şöyle kafanızı kaldırdığınızda sarı eski bir Bursa evi görüyorsunuz. Restore edilmiş. Sarı boyalı. Kapısının önüne sardunyalar ve çeşitli mevsim çiçekleri ekilmiş, püfür püfür esen bir de terası var. “Misiköy R. Şinasi Çelikkol Etnografya Müzesi” burası. Burada bizi Bursalı Karagöz ustası Şinasi Çelikkol’un zarif eşi Aysel Çelikkol karşılıyor. Şinasi Bey gelene kadar laflıyoruz terasta. “Ömrümüz köyleri gezerek geçti” diye lafa başlıyor Aysel Hanım. Her zaman eşinin yanında olmuş; gerek ticari hayatta gerekse özel hayatlarında, Bursa köylerini gezerek ve gezdirerek Bursa halk kültürü ve özellikle giyim-el sanatları konusunda bir ansiklopedi kadar bilgi sahibi olmuşlar. Yaşayarak ve görerek, sorarak ve okuyarak tabi. Zevkle dinliyorum ve “muhakkak bir gün bu bilgilerinizi okurlarımızla paylaşmanız için kapınızı çalacağım” diyorum ama bugünün konusu “halkın temsilcisi Karagöz”.

Şinasi Bey de geliyor on dakika içinde. Günümüzde sayıları çok azalan (10-15 kişi) Karagöz ustalarından olan Şinasi Çelikkol adı ve sanıyla "Hayâlî R. Şinasi Çelikkol" aslında bir antikacı ve halk kültürü araştırmacı ve koleksiyoneri ve Milletlerarası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği Türkiye Milli Merkezi (Union De La Marionetta-UNIMA) Bursa Şubesi başkanı. Daha önce tanışmışlığımız olmasına rağmen, ilk bakışta uzun uzadıya inceliyorum kendisini. Üç torunu olan bir dede kendisi ama koşarak çıkıyor yokuşu; enerjisi çok yüksek. “Beklettim kusura bakmayın” diyor telaşla. Suratında biraz meraklı biraz muzip biraz da heyecanlı bir ifade var. Çaylarımız geliyor ve sohbete koyuluyoruz. Hızlı bir konuşması var. Şinasi Bey’in. Karagöz oynatmak kesinlikle bunu gerektiriyor diye düşünüyorum. Hem hızlı konuşacaksın, hem ezberin kuvvetli olacak, sesin güzel olacak ki bir sürü şarkı- türkü var arada, drama yeteneği, resim dersen keza figürleri çizmen gerekiyor, hicvetmek için genel kültür, biraz yabancı dil belki… On parmakta on marifet. En önemlisi de iyi bir ekip. Etnografya müzesini gezerken anlamıştım zaten. Bu ailede de mutlaka “her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” klişesi vardı. Her zaman, Şinasi Bey'in arkasında değil de yanında olan eşi Aysel Hanım “yurt dışı gezilerinde diyor mesela, günler öncesinden bavullarımızı tek tek toplarım. Figürler, raptiyeler, vidalar, perde, ses ekipmanları; birini unutsan oyun dönmez. Tefi ben çalarım, müziği ayarlarım, figürleri veririm. Şinasi Bey yorulmasın diye perdeyi, ses düzeneğini oyundan önce ben kurarım. Ona dört dörtlük çıraklık yaparım yani.” Şinasi Bey bilgilendiriyor beni “dayrezan denir Aslı hanım, oyunda tef çalan yardımcıya. Oyun takımlarından mesul olana ise “sandıkkâr ama günümüzde Karagözcülere yardım edenlerin tamamına “yardak” denilmektedir”. Çocukları Aysun ve Uğur dersen öyle. Yani toplamda baktığımızda bir hayali olmak için ne gerekiyorsa Şinasi Bey’de fazlası varmış.

Peki ya ilk istek, Karagöz ile ilk tanışma?
O dönemin bütün çocukları gibi bizde okulda tanıştık Karagözle. 50’li yıllarda okulumuza özel günlerde gelen Karagözcüler- ki onlara köşe başı karagözcüsü diyoruz şimdi- koridorlarda, doğru düzgün bir perde bile kurmadan Karagöz oynatırlardı. Pek hoşumuza giderdi. Daha sonraları Hayali Küçük Ali'yi tanıdık radyodan. Ramazan ayında sırf onu dinlemek için sahura kalkardık. Ne büyük eğlence idi bizim için. Kanlı Kavak oyunu olsun, Çifte Cadılar olsun, Yazıcı olsun, Hayali Küçük Ali'’den dinleyip ezberlemeye başlamıştık bile”.

Gözümde canlandırdım. Çocukların önünde perde yoktu, hayali yanlarında değildi, görsel hiçbir şey yoktu yani. Bir sanatçı radyodan üstelik de sabahın köründe çocukları uykularından kaldırabiliyor ve kendisini dinletip, hayran ediyor ve müdavimi yapabiliyordu. İşte gerçek bir sanatçı ve gerçek bir sanat.        Karagöz’ün halkın en içine işlemesinin sebebi buydu besbelli. Zaten halkın içinden olması ve konularının gerçek yaşamdan, halk hikâyelerinden ve halk masallarından alınmış sahnelerden oluşması. Pervasız, sade, munis, köftehor, açık kalpli olan halktan Karagöz ve tahsilli, merasim ve teşrifata tabii, dalkavuk ruhlu, işinin çıkarına bakan, Karagöz'ü çalıştırıp sırtından geçinen düzenin adamı, “Osmanlı münevveri” Hacivat. Zıt iki karakter. Çatışmaları buradan besleniyor mu zaten? Halkın sistemle hesaplaşmasını anlatıyor. Ya Tuzsuz Deli Bekir? Tasvire bürünen bizim dünyayı yarı ayık yarı sarhoş algıladığımız, gülünç halimiz değil midir?
Bunların yanında. günümüzün insanı, giyimine düşkün Mirasyedi Çelebi, her mahallede bulunan kıt akıllı Beberuhi, hafifmeşrep Zenne, Kemençeli Laz, Tiryaki, Kayserili,Kastamonulu, Acem, Rumelili, Yahudi, Rum, Ermeni, Ak Arap,Arap, Frenk gibi Osmanlı toplumunun ilginç yansımaları olan kahramanlar ve cin, büyücü, yılan ve canavar gibi masallardan çıkan olağanüstü yaratıklar…. Kendine has perdesinin arkasında yanan mum veya fenerden oluşan ışığı, renklendirilmiş deriden yapılmış ve bir çubuğun ucunda ışığın önünde hareket eden tasvirleri, düdük (Nareke), def, zurna gibi aksesuarları ile bir sanatçının elinden tasvir edilip, dilinden canlanan onlarca karakter. Şiveler, huylar, taklitler, nükteli sözler aynı zamanda yürütülen bir vaka. "Karagöz sokaktaki halktır. Hacivat'ta bürokratlara benzer; siyaset adamıdır Hacivat" diyor gülümseyerek sanatçı.

            “Kaç ağzı taklit edebiliyorsunuz?” diyorum Şinasi Bey’e muzip bakışıyla “bilmem saymadım” diyor. Ama sohbetimiz esnasında her yörenin isminin nerden geldiğini, eskiden ne olduğunu, yerli ağızla nasıl söylendiğini anlatıyor bana. Bilgi bombardımanına tutulmuş gibiyim. “Büyük deliler köyü” diyorum “hiç gittiniz mi oraya?”. "Aslı Hanım" diyor öyle demezler “Aşağıdeller-Yukağıdeller o köylerin adı". Sonra "Durabeyler adı neden konmuş?, Armutçuk köyündeki Halim Çalı kimmiş?, Kınık (Dobriç), Elmalı, Bakras köylerinde kaç macir (muhacir) kaç manav varmış, Ahmet Vefik Paşa köylerden nasıl deli toplatmış?, Misi köydeki şaraphanelere ne olmuş?" Sohbet koyulaşıyor.
"Peki" diyorum "Karagöz oynatmaya nasıl başlandı, çocukken mi?"
“60’lı yıllarda, Turistik ve hediyelik eşya mağazamız vardı, şimdiki adıyla “Karagöz Antik Shop“, Aynalı çarşıda. Turistler gidip gelir "Karagöz oynamıyor mu?" diye sorarlardı. Hep geçiştirirdik. Oynamıyordu çünkü. Bayramlarda geldiklerinde ramazanda, ramazanda geldiklerinde bayramlarda oynuyor diyip, atlatırdık onları. Sonra sonra, dükkâna gelen İstanbullu bir çocuktan, daha sonrasında Sihirbaz Cin Baba’dan, en sonunda ise Hayali Küçük Ali’nin torunu Hayali Torun Çelebi’den Karagöz figürleri aldık. Bu alışverişler sebebi ile de Karagöz tasvirleri yapan ustalarla haşır neşir olmaya başlamamızla bizdeki Karagöz sevgisi ve ilgisi büyüdü". Daha sonraları ünlü Karagöz sanatçılarına yardaklık ederek ve Aynalı Çarsıdaki dükkânın önünde ve Kent Otel salonlarında turistlere ve Bursalılara gösteriler düzenleyerek konudaki ilmini geliştirmiş Şinasi Bey. Arada katıldığı seminerler, aldığı kurslar da cabası.
            Sanatçı, 1993’de Minsk ve Almanya Gölge Oyunları Festivalinde ve 1995 Atina / Yunanistan Festivalinde Metin Özlen ve Orhan Kurt’a yardaklık yapmış ve sergiler açmış. Sonraki yıllarda yine Finlandiya’da Çocuk Tiyatroları Festivalinde, Atina-Maroussi/ Yunanistan Festivalinde, Almanya'da çeşitli şehirlerde, Varna-Golden Dolphin Puppet Festivalinde, Bulgaristan’da, Hollanda - Dordrecht Kukla Festivalinde, Yunanistan Gümülcine, İskeçe, Europos ve Volos’ta, Karagöz gösterileri yaparak sergiler açmış. “Yurtdışında yabancılara kendi dilimizde yaptığımız gösteriler büyük ilgi topluyordu” diyor. “Ne dediğimi anlamasalar bile, ses tonlamamdan, hareketlerden etkileniyor, oyun öncesi verdiğimiz kısa bilgilendirmeden de oyunun hicvini anlıyor, oyunu pür dikkat izleyip çıkışta tebrikler yağdırıyorlardı” diye ekliyor.

            Belli ki yurtdışında gönüllü turizm elçileri olmuş Çelikkol ailesi yıllardır. Peki, durum içeride nasıl acaba? Bursa’nın tanıtımında ne kadar söz sahibi Karagöz? Bremen deyince akla mızıkacılar geliyor; her yerde heykelleri, hediyelik eşyaları var. Uzakdoğu’da ülkelerindeki kukla kültürü veya İtalyanların Pinokyo’su; siz daha ünlü bir kukla tanıyor musunuz? Prag’ı baştan sona saran kuklalara ve kukla tiyatrolarına ne demeli? Bizim Karagözümüz bunların arasında ne kadar sahipsiz ve geri planda kalıyor değil mi? Söz gelimi Bursa’ya gelip de Karagöz izleyen kaç turist var? Veya yerli halk, ilgi nasıl Karagöz’e?
Bursa Karagöz’ü bence değerlendiremiyor” diyor sanatçı. "Karagöz bizimdir. Dediğiniz gibi her yerde kullanabiliriz onu. Festivallerde, broşürlerde, kitaplarda… İyi hazırlanmış, iyi araştırılan, iyi yazılmış, şeyler olmalı bunlar; ben yaptım oldu denilmemeli. Turistik açıdan bir dolu uygulama yapılabilir. Örneğin bir Yunanistan gezimiz sırasında Maroussi’deki E. Spatharis Karagiozis (Karagöz) müzesini ziyaret ettik. Orada bizde de bir ışık yandı. Bursa'da neden olmasın Karagöz müzesi dedik ve dönemin siyasilerin yardımıyla 1997 yılında Karagöz Anıtının karşısında eski bir trafo binası onarılarak Karagöz Evi’ne çevrildi, bu bir değerlendirme idi"
Anlaşılan bu ev Karagöz’ün yuvası olur. Uzun yıllardır unutulan kültürümüz, yeniden doğacağı bir yuva bulur kendine. Karagöz Evi'nde 97 yılından 2006’ya kadar UNIMA Bursa Şubesi’nin ve başkanı olan sanatçının çalışmalarına da ev sahipliği yapar. Ev’de haftanın 3 günü Karagöz gösterileri yapılır. Sanatçının dünyadaki kukla ve gölge oyunları tasvirleri ve dokümanlarını içeren koleksiyonları ile Türkmen ve Yörük kıyafetleri, dokumaları, el sanatları tezgâhlarından oluşan koleksiyonu da Karagöz Evi’nde sergilenmeye başlar. 1997 ve 2000 de UNIMA; Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı işbirliği ile Karagöz Evi’nde Eğitim Seminerleri vererek, yeni Karagöz topluluklarının oluşmasının önü açar. Ramazan aylarında Ramazan eğlenceleri düzenlenmeye başlanır. Karagöz evi belirli bir “Karagöz Severler Grubu” oluşturmuştur artık. Çabalar ürün vermektedir. Karagöz Evi, yerli ve yabancı turist rehberlerinde gezilecek ve Karagöz gösterileri izlenecek yer olarak belirtilmeye başlanır. Turist grupları merkezi öğrenmiştir ve ilgi çok yüksektir. “Çok emeğimiz oldu Karagöz Evi’nde, özellikle Aysel hanım bir başına tüm Karagöz Evinin düzenini, temizliğini, misafirlerin ağırlanmasını üstlenmişti. Biz de gösteriler, organizasyonlar, seminerler, eğitimler düzenliyor devamlı çalışıyorduk." "Sonra ne oldu neden şimdi orada değilsiniz peki diyorum? Surat bozuluyor. Bürokratlara ve siyasilere biraz kırgın, sitem dolu sanatçı. "Bursa bu konuyu yakinen biliyor aslında, zamanında çok anlattık. Neyse 2006 yılından beri UNIMA ve Şinasi Çelikkol olarak oradan dışarı çıkarıldık. Ama sanatçının küslüğü olmaz, biz yine orada sanatımızı icra etmeye devam ediyoruz” diye ekliyor. "Festivali de unutmamak lazım herhalde" diyorum. Büyük usta onaylıyor beni. “Karagöz 1993 yılında ilkini düzenlediğimiz “1.Milli Bursa Karagöz Festivali ile büyük ilgi topladı. Türkiye’nin en önemli hayalileri; Hayali Torun Çelebi, Hayali, Taceddin Diker, Hayali Orhan Kurt, Hayali Safderi Metin Özlen, Hayali Taceddin Diker, Ünver Oral ve Ali Meriç katıldı bu festivale. Ben o sırada 1991’den beri Metin Özlen’in yardaklığını yapıyordum. İkinci yılda ise, İtalyan, Hollandalı, Özbek ve Mısırlı sanatçıların katılımı ile festival uluslararası olarak gerçekleşti. UNIMA olarak, Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı ile beraber, sponsor destekleri ile bu bayrağı 2005 yılına kadar taşıdık. Karagöz ulusal ve uluslar arası alanda adını duyurdu, Sonra kendi organizasyonumuzda da geri plana itildik. Her sene düzenlenen festival 2005’den sonra 2 senede bir düzenlenmeye başlandı. Bu sene ise 14.'cüsü oldu festivalin.”
Emek verdiği ve kırgın olduğu apaçık; onun için çekinmeden konuşabiliyor büyük usta. Sahi Karagöz’ün dilinin kemiği var mı? Her zaman her şeyi söyleyebiliyor musunuz oyunlarda?
“Karagöz'ün dilinin kemiği yoktur. Olmamalıdır. Hicivle, inceden ve kalp kırmadan her şeyi söyleyebilir. Siyasete de girer, özel konulara da toplumsal eleştiriler de yapar, siyasal taşlamalar da. Bu yüzden memurdan hayali olmaz. Hayali özgür olmalı bir yere bağlı olmamalıdır. Gazetelerin, televizyonların olmadığı zamanlarda karagözcüler siyasi ve toplumsal olayları yorumlar, halkın sesini duyururlarmış. Karagöz'ün aslı budur. Yoksa Karagöz çocuk oyunu değildir. Bakmayın şimdilerde onu çocuk oyunu yaptılar.”

Osmanlı'nın İstibdat Döneminde bazı Karagözcülerin taşlamalarının endazeyi aşması ve peşi sıran gelen yasaklar ve cezalar sonucunda Karagöz suya sabuna dokunmayan çocuk oyunları şekline dönüşmüş. Özellikle Abdülhamid döneminin “sansürlü kelimeleri” ile ilgili Ahmet Râsim’in ‘’Muharrir Bu Ya!’’ adlı eserinde Abdülhamid döneminin ünlü hayalilerinden Serçe Mehmed’e dâir esprili hikâye yer alır:
Hayali, bir gece Yıldız Sarayı’nda, Abdülhamid’in huzurunda Karagöz oynatıyormuş. Oyunun bir yerinde:
“Aya bak, yıldıza bak, Şu karşıki kıza bak!” demek gerekirmiş. Serçe Mehmed, tam ‘’aya bak…’’ dediği sırada, bir de perdenin sağ tarafına baksın ki, Abdülhamid onu seyrediyor. Bir anda, aklına yıldız kelimesinin böyle yerde ne türlü netâmeli olacağı gelivermiş. Ve derhal:
“Aya bak, havaya bak, Karşıki tavaya bak!” Deyip, tehlikeyi atlatmış.
Hikâyeyi hatırlatınca, gülüyor sanatçı. Onun hafızasında bunun gibi onlarcası var elbet. Kendi yaşadığı komik anekdotlar da var siyasilerin önünde. “Bir oyunda” diyor “Hacivat perdeye Karagöz’ü çağırıyor, Karagöz bir türlü gelmek bilmiyor:
Hacivat: Nerde kadın ey Karagözüm?
Karagöz: Yolların halini görmez misin delik deşik, her yeri kazmışlar!
Diyerek dönemin Belediye Başkan danışmanlarının önünde taşlamasını yapıyor ve oyun bitiminde ciddi bir surat ifadesiyle: “Kazdıklarımızı doldurduk biz Sayın Çelikkol, lütfen!” diye bir cevapla karşılaşıyor.
 İşte tam bu noktada bu hikâyeler çoğalır önemli olan gibi, ‘Hayal Perdesi’’ni kaynağından, geçmişinden, gelişiminden, musikisinden, tasvirlerine ve kurgusuna kadar her cephesiyle araştırmak, sonra da yeni nesillere aktarmak, anlatmak ve sevdirmek gerek. Bunun için üniversite, kişiler, ustalar, kurum ve kuruluşlar ayrı ayrı ve beraber çalışmalı. Yerel yönetimler de UNIMA gibi sivil toplum örgütlerine destek vererek bu işlerin içinde olmalı Bugüne kadar yanlış yapılan hep bu oldu.”“Biz hayaliler ve dernek olarak üstümüze düşeni yapalım, yöneticiler destek olsunlar. Okullarla da program yapalım misal. Çocuklarımız kendi kültürünü tanısın. Önce öğretmenlere tanıtalım. Onlar da bilinçsiz. Çocuklara ödev veriyorlar. Burnundan getiriyorlar. ”Karagöz yapın getirin,”demişler. Neyle yapacak çocuk. Koskoca insanlar o figürleri yapmayı öğrenmek için seminerlere katılıyor. Yap getir, diyorlar. Çocuklar bize geliyor. Ne yapalım diye. Önce Karagöz Müzesine getir, gezdir. Bir oyun seyretsin. Sonra otursun çocuk resmini çizsin, mesela”.
Aklıma bir anda “Bir Usta Bin Usta” projesi geliyor. Karagöz gibi kaybolmaya yüz tutmuş el sanatlarımızın korumak ve sanatçılar yetiştirmek için başlatılan bir “sürdürebilirlilik” projesi idi. Ustalar yeni başlayanlara el veriyor!. İşte benim “kültürel mirasın korunması” işinden anladığım bu. Sanatçıların el vermesini, boy vermesini ve ürün vermesini sağlamak. Sanata ve sanatçıya tam destek yani. Şinasi beyde bu projede birçok çırak yetiştirmiş, hatta diyor “Karagöz oynatmaya devam edenler ve Karagöz tasviri yapanlar var aralarında hem de çok başarılı yetenekli olanlar”.
“Peki, siz kimlere destek oluyorsunuz?” diye soruyorum. Bu işte pek destek verilmediğini, Karagöz sanatçılarının çok kıskanç olduklarını ve bu sebeple yardaklarına fazla bir şey öğretmediklerini söyleyip ekliyor, “kim ne öğrenirse kendi çabasıyla öğrenir!”
Yok canım. Biz biliyoruz işin aslını, Şinasi ben bugüne kadar Tayfun Özeren’e, Bülent Akay’a ve Ufuk Durmaza peştamal bağlamış. Onların artık “hayali” olduklarını ilan etmiş işin özü. Bir de ressam İsmail Hakkı Özemek’e, yaptığı muhteşem Karagöz tasvirleri sebebi ile peştamal bağlamış. Ahilikte bir usul imiş “peştamal kuşanmak”. Peştamalı kuşanan bundan sonra sözünde duran ve mesleğine hizmet eden bir “hayali” olacak demekmiş. Şinasi Bey’e ise Atatürk huzurunda Karagöz oynatan ustaların ustası Hadi Poyrazoğlu tarafından 1994 yılında peştamal kuşatılmış. “Hiç beklemiyordum, o kadar sürpriz oldu ki, salondan bazı arkadaşlar itiraz etti “biz onu oynatırken görmedik” dediler ama Hadi bey, beni dükkânda turistlere oynatırken görmüş izlemiş olacak ki “ben gördüm, yetmez mi, çok güzel oynatıyor” diye sert çıkararak, peştamalı Şinasi bey’in beline dolamış. “Hayali” olduktan sonra birçok ödüle layık görülen sanatçı için mesleğindeki en büyük ödül yetiştirdiği sanatçıların ortaya koydukları imiş.

Sonra uzun uzadıya Karagöz Musikisinden bahsediyoruz. Hayal perdesinde son bölüme kadar bu müzik icra edilir, tef çalınırmış.“Biz yolculukta, arabada ya Karagöz müziği ya da Hayali Küçük Ali'nin oyunlarını dinleriz” diyerek böylece ruhlarını dinlendirdiğini söylüyor sanatçı. Hatta 19.yy'ın başlarında Osmanlı’nın iyi zamanlarında perdenin arkasında müzik heyeti bulunurmuş. 3 ya da 4 müzisyen, oyuna müzik yaparmış. “Oyunun son bölümünde ise müziğe güncel bir şeyler ekleyebilirisiniz, Tarkan da olur Sezen de mesela orası sanatçıya kalmış. Yani oyunlarını güncelleyelim, modernleştirelim diye yeni oyunlar yazmaya çalışmanın âlemi yok, var olanları hakkıyla oynatsak bile bize yeter çünkü her Karagöz oyununda hem giriş bölümünde hem de muhavere bölümünde güncel olaylardan, vakalardan bahsedilebilir ve son bölüme de yeni tasvirler ve müzikler yerleştirilebilir. Dolayısıyla hiçbir oyunu iki defa aynı şekilde oynamazsınız” diye başka bir konuya girmem için bana pas atıyor, lafın ustası.
Temel kişisi Karagöz olan oyunda ele alınmamış karakter denenmemiş eylem yoktur dense yalan olmaz “Fasıllarının” konuları ve kahramanları güncel hayatın da konularıdır. Tanzimat döneminden başlayarak geleneksel çizgideki, basit örf, âdet zanaat parodileri, entrikalı komediler, kişisel bozukluklar, halk hikâyeleri, destanlar ve dolaylı hicve yönelik sosyal hayatı anlatan “Kâr-ı kadîm üzere” yazılan oyunların yazıya aktarımı ve yeniden yazımlarının yanı sıra, özellikle II. Meşrutiyet sürecinde “nev-icâd” oyunların arttığı, yeni bir toplumsal yapıda Karagöz’ün, toplumun sorunlarını didaktik kimliğiyle irdeleyen; kimi zaman doktor, kimi zaman gezgin, kimi zaman öğretmen kimliğinde bir kahraman olarak karşımıza çıktığını görürüz. Cumhuriyet döneminde de “Üç Karagöz Oyunu”adlı güncel metinin yazarı Aziz Nesin, “Karagöz’ün Kaptanlığı” adlı ilk oyununda perde oyuna şekil yönünden sadık kalırken, içerikte dönemin toplumsal ve siyasal olaylarını yoğun biçimde hicveden bir vakayı konu alır. Mukaddime bölümünde milletvekillerini ve oy avcılığını kapsayan siyasal bir taşlama yapar. Mukaddime bölümden sonra taşlama artar, muhavere’den sonra Karagöz’ün kaptanlığından bahsedildiği fasıl bölümü başlar. Bu bölümde Karagöz, Robert yardım fonundan alınan bir gemiyi Türkiye’ye getirmek için torpil ve adam kayırma ile mürettebat seçer ve işin ehillerini işe almaz sonuçta da gemiyi karaya oturmaktan kurtaramaz. Oyun şekil yönünden klasik bir Karagöz oyunu olup, içerik yönünden siyasi hiciv ve taşlamalarla dolu, muzip bir komedidir. Güldürür ağlanacak halimize sizin anlayacağınız.
Bugünkü ustaların çoğu Karagöz'ü politikayla ilgili olmaması gerektiğini savunuyor. “Ben öyle yapmıyorum” diyor usta; “Karagöz eğer halkın sesiyse gerektiğinde politik konulara da girer, girmesi de gerekir."
Laf lafı açıyor, ama sabırsız saat hiç yerinde durmuyor. Rüzgâr Misi'de yerini bir sessizliğe bırakıyor. Çelikkol ailesinin bilge ve samimi ortamından ayrılmanın vakti geldi. Ne kadar çok konuştuk ne kadar azını yazabildim... Siz benim yazdıklarımla yetinmeyin lütfen. Hem gidin bir Karagöz oyunu, hem de gelin burada Etnografya Müzesinde bu bilge ve "nesli tükenen" sanatçı ile tanışın.

Oyunun son sözünü söylemek gerekirse; Hayal Perdesinin repertuarı Türk kültürünün âdetlerinin ve ananelerinin küçük bir özeti gibidir. Gelmişin geçmişin sosyal olaylarını, giyimini kuşamını, tabirlerini, hal ve hareketlerini bulduğumuz sonsuzluktur bu perde. İcrâ-yı san’at edebilen hayalilerin er meydanıdır. Halk esprisinin, halk edebiyatının gelişme sahasıdır. Beslenmezse, korunmazsa yok olur gider.

Her oyunun sonunda Hacivat’ın dediği gibi:

Yıktık perdeyi,eyledik viran!..
Fakat gidip de bunu haber verecek, ortada, yazık ki, bir ‘’Sahip’’ bulamıyoruz.

Aslıhan  CEYHAN-2012

-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mümin Ceyhan Bursa Kültür Kaynakları Araştırma Kütüphanesi Karagöz Koleksiyonunda bulunan;
AND, M., Geleneksel Türk Tiyatrosu, Bilgi yayınevi, Ankara 1969
AND, M., Tanzimat ve İstibdat Döneminde Türk Tiyatrosu,Türkiye İş Bankası yayınları, Ankara 1972.
EKREM E.,Yedigün Neşriyatı.
GERÇEK, Selim Nüzhet, Türk Temaşası, Kanaat Kitabevi, İstanbul 1942.
KUNOS, Ignacz, Türk Halk Edebiyatı, İkbal Kütüphanesi, İstanbul 1925.
SEVİLEN M., Kültür Bakanlığı Yayınları,1990,
SİYAVUŞGİL, S. E., Karagöz, Psikososyal Bir Deneme, Maarif matbaası, 1941.
TÖRE E., Türk Tiyatrosunun Kaynakları. Turkish Studies International Periodical For the Languages,Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4 /1-II Winter 2009
ÖZDEMİR N.,  Bursa'nın Anısal Tarihi (Sentez Yayıncılık,2009)

Kaynaklardan yararlanılmıştır.
R.Şinasi Çelikkol ile röportaj 13.09.2012 tarihindeyapılmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder