HAYALLERİN PERDEYE YANSIMIŞ HALİ…KARAGÖZ VE HAYALİ R. ŞİNASİ ÇELİKKOL
Kimi araştırmacılara
göre Orta Asya veya Uzakdoğu’dan kimilerine göre de Mısır’dan Anadolu
topraklarına geldiği savunulan Karagöz Gölge Oyununun Osmanlı’da varoluşuyla
ilgili birçok bilgi, belge, söylenti vardır. Bunların arasından resmi ilk belge
şehzadelerin sünnet
şölenini anlatan 1582 tarihli Surname-i Hümayun'da olup, Macar bilimci Kunoş’un
tespit ettiği; Alman Ritter ile Jacob’un da kaynak olarak gösterdiği rivayet
ise Karagöz’ün Sultan Orhan devrinde (1324-1362) Orhan Külliyesinin inşaatı
sırasında Bursa’da yaşamış olduğudur. Rivayete göre Orhan Gazi'nin, "cami
vaktinde bitmezse kelleni alırım" dediği cami mimarı, caminin vaktinde
bitmemesine külliye’nin inşaatında çalışan demirci ustası Kambur Bâli Çelebi
(Karagöz) ile duvarcı ustası Hacivat arasında geçen neşeli ve nükteli
konuşmaları dinelemeye dalan diğer işçilerin sebep olduğunu söyleyip Karagöz ve
Hacivat'ı şikâyet eder. Bunun üzerine bu ikili başları kesilerek idam edilir.
İdamlara bütün halk çok üzülür. Daha sonradan padişah halk tarafından bu kadar
sevilen iki kişiyi idam ettirdiği için pişmanlık duymaya başlar. O sırada Şeyh
Küşterî adında biri, Orhan Camii’nin önünde meydana çıkar; başındaki beyaz
sarığını bir perde gibi gererek, arkasından yaktığı ışık ile ayağındaki iki
çarığı -daha önce bolca dinlediği -Karagöz ve Hacivat gibi konuşturup, halkı
güldürerek, Karagöz gölge oyunun temelini atmış olur.
İmparatorluk
döneminde sarayın ve halkın en yaygın eğlencelerinden biri olan Karagöz oyunu, 19. yüzyılda Karagöz sanatçılarının yöneticileri
fazlasıyla taşlamasından dolayı sansüre uğramıştı. Aynı dönemde Batı
tiyatrosunun halk arasında kabul ve ilgi görmesiyle de Karagöz gösterilerine
ilgi azaltmıştı. Cumhuriyet dönemine kadar süren savaş ortamında iyiden iyiye
unutulan bu eğlence kültürü, 1932 yılında açılan Halk Evleri ile yeninden nefes
almış. 1952 yılında Halk Evlerinin kapatılmasıyla Karagöz sanatçıları tekrar
sıkıntılı bir döneme girmişlerdir. o günden bugüne yürütülen çabanın çoğu
bireysel azı da bazı kurum ve kuruluşların olarak devam etmiş.
“Karagöz Perde
oyunu”, sözlü gelenek ve anlatımları; geleneksel müzik ve tiyatro gibi gösteri
sanatlarını içinde bulunduran; toplumsal törenlerde, kutlamalarda-şenliklerde
oynatılan geleneksel bir sanattır. Halk kültürümüzdür. H. Ritter’in de dediği
gibi Karagöz ve Hacivat hayal perdesine Anadolu’da girmiş, kendini ve
tiplemelerini bulmuş, bu halkın kültürü olmuştur. En azından 5 yüzyıldan
günümüze kadar aktarılan bu kültür, bir zamanlar toplumun en önemli
eğlencelerinden biriyken günümüzde korunması için UNESCO’nun kalkanına ihtiyaç
duymaya başlanmıştır. Dünya’nın''Somut Olmayan Kültürel Miras'' listesine giren
Karagöz oyunu, anavatanı olan Bursa’da ve Türkiye’nin birkaç ilinde daha sanata
gönül vermiş “bir elin parmakları kadar” sayıları olan “hayali”ler sayesinde
varlığını sürdürmektedir.
“Başlar mısın, başlayalım mı?
Karagöz’ün evini taşlayalım mı?”
Biz de bir Hayali'nin
dilinden Karagöz'ü dinlemek için tutuyoruz Misi (Gümüştepe) Köyü’nün yolunu.
Orhaneli yolundan köye girip köprüyü geçince şöyle kafanızı kaldırdığınızda
sarı eski bir Bursa evi görüyorsunuz. Restore edilmiş. Sarı boyalı. Kapısının
önüne sardunyalar ve çeşitli mevsim çiçekleri ekilmiş, püfür püfür esen bir de
terası var. “Misiköy R. Şinasi Çelikkol Etnografya Müzesi” burası. Burada bizi Bursalı
Karagöz ustası Şinasi Çelikkol’un zarif eşi Aysel Çelikkol karşılıyor. Şinasi
Bey gelene kadar laflıyoruz terasta. “Ömrümüz
köyleri gezerek geçti” diye lafa başlıyor Aysel Hanım. Her zaman eşinin
yanında olmuş; gerek ticari hayatta gerekse özel hayatlarında, Bursa köylerini
gezerek ve gezdirerek Bursa halk kültürü ve özellikle giyim-el sanatları konusunda
bir ansiklopedi kadar bilgi sahibi olmuşlar. Yaşayarak ve görerek, sorarak ve
okuyarak tabi. Zevkle dinliyorum ve “muhakkak
bir gün bu bilgilerinizi okurlarımızla paylaşmanız için kapınızı çalacağım”
diyorum ama bugünün konusu “halkın temsilcisi Karagöz”.
Şinasi Bey de geliyor
on dakika içinde. Günümüzde sayıları çok azalan (10-15 kişi) Karagöz
ustalarından olan Şinasi Çelikkol adı ve sanıyla "Hayâlî R. Şinasi
Çelikkol" aslında bir antikacı ve halk kültürü araştırmacı ve
koleksiyoneri ve Milletlerarası Kukla ve Gölge Oyunu Birliği Türkiye Milli
Merkezi (Union De La Marionetta-UNIMA) Bursa Şubesi başkanı. Daha önce
tanışmışlığımız olmasına rağmen, ilk bakışta uzun uzadıya inceliyorum
kendisini. Üç torunu olan bir dede kendisi ama koşarak çıkıyor yokuşu; enerjisi
çok yüksek. “Beklettim kusura bakmayın”
diyor telaşla. Suratında biraz meraklı biraz muzip biraz da heyecanlı bir ifade
var. Çaylarımız geliyor ve sohbete koyuluyoruz. Hızlı bir konuşması var. Şinasi
Bey’in. Karagöz oynatmak kesinlikle bunu gerektiriyor diye düşünüyorum. Hem hızlı
konuşacaksın, hem ezberin kuvvetli olacak, sesin güzel olacak ki bir sürü şarkı-
türkü var arada, drama yeteneği, resim dersen keza figürleri çizmen gerekiyor,
hicvetmek için genel kültür, biraz yabancı dil belki… On parmakta on marifet.
En önemlisi de iyi bir ekip. Etnografya müzesini gezerken anlamıştım zaten. Bu
ailede de mutlaka “her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” klişesi
vardı. Her zaman, Şinasi Bey'in arkasında değil de yanında olan eşi Aysel Hanım
“yurt dışı gezilerinde diyor mesela,
günler öncesinden bavullarımızı tek tek toplarım. Figürler, raptiyeler,
vidalar, perde, ses ekipmanları; birini unutsan oyun dönmez. Tefi ben çalarım,
müziği ayarlarım, figürleri veririm. Şinasi Bey yorulmasın diye perdeyi, ses
düzeneğini oyundan önce ben kurarım. Ona dört dörtlük çıraklık yaparım yani.”
Şinasi Bey bilgilendiriyor beni “dayrezan
denir Aslı hanım, oyunda tef çalan yardımcıya. Oyun takımlarından mesul olana
ise “sandıkkâr ama günümüzde Karagözcülere yardım edenlerin tamamına “yardak”
denilmektedir”. Çocukları Aysun ve Uğur dersen öyle. Yani toplamda
baktığımızda bir hayali olmak için ne gerekiyorsa Şinasi Bey’de fazlası varmış.
Peki ya ilk istek, Karagöz ile
ilk tanışma?
“O dönemin bütün çocukları gibi bizde okulda tanıştık Karagözle. 50’li yıllarda
okulumuza özel günlerde gelen Karagözcüler- ki onlara köşe başı karagözcüsü
diyoruz şimdi- koridorlarda, doğru düzgün bir perde bile kurmadan Karagöz
oynatırlardı. Pek hoşumuza giderdi. Daha sonraları Hayali Küçük Ali'yi tanıdık
radyodan. Ramazan ayında sırf onu dinlemek için sahura kalkardık. Ne büyük
eğlence idi bizim için. Kanlı Kavak oyunu olsun, Çifte Cadılar olsun, Yazıcı
olsun, Hayali Küçük Ali'’den dinleyip ezberlemeye başlamıştık bile”.
Gözümde canlandırdım.
Çocukların önünde perde yoktu, hayali yanlarında değildi, görsel hiçbir şey
yoktu yani. Bir sanatçı radyodan üstelik de sabahın köründe çocukları uykularından
kaldırabiliyor ve kendisini dinletip, hayran ediyor ve müdavimi yapabiliyordu.
İşte gerçek bir sanatçı ve gerçek bir sanat. Karagöz’ün
halkın en içine işlemesinin sebebi buydu besbelli. Zaten halkın içinden olması
ve konularının gerçek yaşamdan, halk hikâyelerinden ve halk masallarından
alınmış sahnelerden oluşması. Pervasız, sade, munis, köftehor, açık kalpli olan
halktan Karagöz ve tahsilli, merasim ve teşrifata tabii, dalkavuk ruhlu, işinin
çıkarına bakan, Karagöz'ü çalıştırıp sırtından geçinen düzenin adamı, “Osmanlı
münevveri” Hacivat. Zıt iki karakter. Çatışmaları buradan besleniyor mu zaten? Halkın
sistemle hesaplaşmasını anlatıyor. Ya Tuzsuz Deli Bekir? Tasvire bürünen bizim
dünyayı yarı ayık yarı sarhoş algıladığımız, gülünç halimiz değil midir?
Bunların yanında. günümüzün
insanı, giyimine düşkün Mirasyedi Çelebi, her mahallede bulunan kıt akıllı Beberuhi,
hafifmeşrep Zenne, Kemençeli Laz, Tiryaki, Kayserili,Kastamonulu, Acem,
Rumelili, Yahudi, Rum, Ermeni, Ak Arap,Arap, Frenk gibi Osmanlı toplumunun
ilginç yansımaları olan kahramanlar ve cin,
büyücü, yılan ve canavar gibi masallardan çıkan olağanüstü yaratıklar…. Kendine
has perdesinin arkasında yanan mum veya fenerden oluşan ışığı, renklendirilmiş
deriden yapılmış ve bir çubuğun ucunda ışığın önünde hareket eden tasvirleri,
düdük (Nareke), def, zurna gibi aksesuarları ile bir sanatçının elinden tasvir
edilip, dilinden canlanan onlarca karakter. Şiveler, huylar, taklitler, nükteli
sözler aynı zamanda yürütülen bir vaka. "Karagöz
sokaktaki halktır. Hacivat'ta bürokratlara benzer; siyaset adamıdır
Hacivat" diyor gülümseyerek sanatçı.
“Kaç ağzı taklit edebiliyorsunuz?”
diyorum Şinasi Bey’e muzip bakışıyla “bilmem
saymadım” diyor. Ama sohbetimiz esnasında her yörenin isminin nerden
geldiğini, eskiden ne olduğunu, yerli ağızla nasıl söylendiğini anlatıyor bana.
Bilgi bombardımanına tutulmuş gibiyim. “Büyük
deliler köyü” diyorum “hiç gittiniz mi oraya?”. "Aslı Hanım" diyor öyle demezler “Aşağıdeller-Yukağıdeller o
köylerin adı". Sonra "Durabeyler
adı neden konmuş?, Armutçuk köyündeki Halim Çalı kimmiş?, Kınık (Dobriç),
Elmalı, Bakras köylerinde kaç macir (muhacir) kaç manav varmış, Ahmet Vefik
Paşa köylerden nasıl deli toplatmış?, Misi köydeki şaraphanelere ne olmuş?"
Sohbet koyulaşıyor.
"Peki" diyorum "Karagöz oynatmaya nasıl başlandı, çocukken mi?"
“60’lı
yıllarda, Turistik ve hediyelik eşya mağazamız vardı, şimdiki adıyla “Karagöz
Antik Shop“, Aynalı çarşıda. Turistler gidip gelir "Karagöz oynamıyor mu?"
diye sorarlardı. Hep geçiştirirdik. Oynamıyordu çünkü. Bayramlarda
geldiklerinde ramazanda, ramazanda geldiklerinde bayramlarda oynuyor diyip,
atlatırdık onları. Sonra sonra, dükkâna gelen İstanbullu bir çocuktan, daha
sonrasında Sihirbaz Cin Baba’dan, en sonunda ise Hayali Küçük Ali’nin torunu Hayali
Torun Çelebi’den Karagöz figürleri aldık. Bu alışverişler sebebi ile de Karagöz
tasvirleri yapan ustalarla haşır neşir olmaya başlamamızla bizdeki Karagöz
sevgisi ve ilgisi büyüdü".
Daha sonraları ünlü Karagöz sanatçılarına yardaklık ederek ve Aynalı Çarsıdaki dükkânın
önünde ve Kent Otel salonlarında turistlere ve Bursalılara gösteriler
düzenleyerek konudaki ilmini geliştirmiş Şinasi Bey. Arada katıldığı
seminerler, aldığı kurslar da cabası.
Sanatçı, 1993’de Minsk ve Almanya
Gölge Oyunları Festivalinde ve 1995 Atina / Yunanistan Festivalinde Metin Özlen
ve Orhan Kurt’a yardaklık yapmış ve sergiler açmış. Sonraki yıllarda yine Finlandiya’da
Çocuk Tiyatroları Festivalinde, Atina-Maroussi/ Yunanistan Festivalinde, Almanya'da
çeşitli şehirlerde, Varna-Golden Dolphin Puppet Festivalinde, Bulgaristan’da, Hollanda
- Dordrecht Kukla Festivalinde, Yunanistan Gümülcine, İskeçe, Europos ve
Volos’ta, Karagöz gösterileri yaparak sergiler açmış. “Yurtdışında yabancılara kendi dilimizde yaptığımız gösteriler büyük
ilgi topluyordu” diyor. “Ne dediğimi
anlamasalar bile, ses tonlamamdan, hareketlerden etkileniyor, oyun öncesi
verdiğimiz kısa bilgilendirmeden de oyunun hicvini anlıyor, oyunu pür dikkat
izleyip çıkışta tebrikler yağdırıyorlardı” diye ekliyor.
Belli
ki yurtdışında gönüllü turizm elçileri olmuş Çelikkol ailesi yıllardır. Peki,
durum içeride nasıl acaba? Bursa’nın tanıtımında ne kadar söz sahibi Karagöz?
Bremen deyince akla mızıkacılar geliyor; her yerde heykelleri, hediyelik
eşyaları var. Uzakdoğu’da ülkelerindeki kukla kültürü veya İtalyanların Pinokyo’su;
siz daha ünlü bir kukla tanıyor musunuz? Prag’ı baştan sona saran kuklalara ve
kukla tiyatrolarına ne demeli? Bizim Karagözümüz bunların arasında ne kadar
sahipsiz ve geri planda kalıyor değil mi? Söz gelimi Bursa’ya gelip de Karagöz
izleyen kaç turist var? Veya yerli halk, ilgi nasıl Karagöz’e?
“Bursa Karagöz’ü bence değerlendiremiyor” diyor sanatçı. "Karagöz bizimdir. Dediğiniz gibi her
yerde kullanabiliriz onu. Festivallerde, broşürlerde, kitaplarda… İyi
hazırlanmış, iyi araştırılan, iyi yazılmış, şeyler olmalı bunlar; ben yaptım
oldu denilmemeli. Turistik açıdan bir dolu uygulama yapılabilir. Örneğin bir
Yunanistan gezimiz sırasında Maroussi’deki E. Spatharis Karagiozis (Karagöz)
müzesini ziyaret ettik. Orada bizde de bir ışık yandı. Bursa'da neden olmasın Karagöz
müzesi dedik ve dönemin siyasilerin yardımıyla 1997 yılında Karagöz Anıtının
karşısında eski bir trafo binası onarılarak Karagöz Evi’ne çevrildi, bu bir değerlendirme idi"
Anlaşılan bu ev Karagöz’ün
yuvası olur. Uzun yıllardır unutulan kültürümüz, yeniden doğacağı bir yuva
bulur kendine. Karagöz Evi'nde 97 yılından 2006’ya kadar UNIMA Bursa Şubesi’nin
ve başkanı olan sanatçının çalışmalarına da ev sahipliği yapar. Ev’de haftanın 3
günü Karagöz gösterileri yapılır. Sanatçının dünyadaki kukla ve gölge oyunları
tasvirleri ve dokümanlarını içeren koleksiyonları ile Türkmen ve Yörük kıyafetleri,
dokumaları, el sanatları tezgâhlarından oluşan koleksiyonu da Karagöz Evi’nde
sergilenmeye başlar. 1997 ve 2000 de UNIMA; Bursa Büyükşehir Belediyesi, Bursa
Kültür Sanat ve Turizm Vakfı işbirliği ile Karagöz Evi’nde Eğitim Seminerleri
vererek, yeni Karagöz topluluklarının oluşmasının önü açar. Ramazan aylarında
Ramazan eğlenceleri düzenlenmeye başlanır. Karagöz evi belirli bir “Karagöz
Severler Grubu” oluşturmuştur artık. Çabalar ürün vermektedir. Karagöz Evi,
yerli ve yabancı turist rehberlerinde gezilecek ve Karagöz gösterileri izlenecek
yer olarak belirtilmeye başlanır. Turist grupları merkezi öğrenmiştir ve ilgi
çok yüksektir. “Çok emeğimiz oldu Karagöz
Evi’nde, özellikle Aysel hanım bir başına tüm Karagöz Evinin düzenini,
temizliğini, misafirlerin ağırlanmasını üstlenmişti. Biz de gösteriler, organizasyonlar,
seminerler, eğitimler düzenliyor devamlı çalışıyorduk." "Sonra ne oldu
neden şimdi orada değilsiniz peki diyorum? Surat bozuluyor. Bürokratlara ve
siyasilere biraz kırgın, sitem dolu sanatçı. "Bursa bu konuyu yakinen biliyor aslında, zamanında çok anlattık. Neyse
2006 yılından beri UNIMA ve Şinasi Çelikkol olarak oradan dışarı çıkarıldık. Ama
sanatçının küslüğü olmaz, biz yine orada sanatımızı icra etmeye devam ediyoruz”
diye ekliyor. "Festivali de
unutmamak lazım herhalde" diyorum. Büyük usta onaylıyor beni. “Karagöz 1993 yılında ilkini düzenlediğimiz
“1.Milli Bursa Karagöz Festivali ile büyük ilgi topladı. Türkiye’nin en önemli
hayalileri; Hayali Torun Çelebi, Hayali, Taceddin Diker, Hayali Orhan Kurt, Hayali
Safderi Metin Özlen, Hayali Taceddin Diker, Ünver Oral ve Ali Meriç katıldı bu
festivale. Ben o sırada 1991’den beri Metin Özlen’in yardaklığını yapıyordum. İkinci
yılda ise, İtalyan, Hollandalı, Özbek ve Mısırlı sanatçıların katılımı ile
festival uluslararası olarak gerçekleşti. UNIMA olarak, Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı ile beraber, sponsor
destekleri ile bu bayrağı 2005 yılına kadar taşıdık. Karagöz ulusal ve uluslar
arası alanda adını duyurdu, Sonra kendi organizasyonumuzda da geri plana itildik.
Her sene düzenlenen festival 2005’den sonra 2 senede bir düzenlenmeye başlandı.
Bu sene ise 14.'cüsü oldu festivalin.”
Emek verdiği ve
kırgın olduğu apaçık; onun için çekinmeden konuşabiliyor büyük usta. Sahi
Karagöz’ün dilinin kemiği var mı? Her zaman her şeyi söyleyebiliyor musunuz
oyunlarda?
“Karagöz'ün
dilinin kemiği yoktur. Olmamalıdır. Hicivle, inceden ve kalp kırmadan her şeyi
söyleyebilir. Siyasete de girer, özel konulara da toplumsal eleştiriler de
yapar, siyasal taşlamalar da. Bu yüzden memurdan hayali olmaz. Hayali özgür
olmalı bir yere bağlı olmamalıdır. Gazetelerin, televizyonların olmadığı zamanlarda
karagözcüler siyasi ve toplumsal olayları yorumlar, halkın sesini
duyururlarmış. Karagöz'ün aslı budur. Yoksa Karagöz çocuk oyunu değildir.
Bakmayın şimdilerde onu çocuk oyunu yaptılar.”
Osmanlı'nın İstibdat
Döneminde bazı Karagözcülerin taşlamalarının endazeyi aşması ve peşi sıran
gelen yasaklar ve cezalar sonucunda Karagöz suya sabuna dokunmayan çocuk
oyunları şekline dönüşmüş. Özellikle Abdülhamid döneminin “sansürlü kelimeleri”
ile ilgili Ahmet Râsim’in ‘’Muharrir Bu Ya!’’ adlı eserinde Abdülhamid
döneminin ünlü hayalilerinden Serçe Mehmed’e dâir esprili hikâye yer alır:
Hayali, bir gece Yıldız
Sarayı’nda, Abdülhamid’in huzurunda Karagöz oynatıyormuş. Oyunun bir yerinde:
“Aya
bak, yıldıza bak, Şu karşıki kıza bak!” demek gerekirmiş. Serçe Mehmed, tam ‘’aya bak…’’ dediği sırada, bir de
perdenin sağ tarafına baksın ki, Abdülhamid onu seyrediyor. Bir anda, aklına
yıldız kelimesinin böyle yerde ne türlü netâmeli olacağı gelivermiş. Ve derhal:
“Aya
bak, havaya bak, Karşıki tavaya bak!”
Deyip, tehlikeyi atlatmış.
Hikâyeyi
hatırlatınca, gülüyor sanatçı. Onun hafızasında bunun gibi onlarcası var elbet.
Kendi yaşadığı komik anekdotlar da var siyasilerin önünde. “Bir oyunda” diyor “Hacivat perdeye Karagöz’ü çağırıyor, Karagöz bir türlü gelmek
bilmiyor:
Hacivat: Nerde kadın ey Karagözüm?
Karagöz: Yolların halini görmez
misin delik deşik, her yeri kazmışlar!
Diyerek dönemin Belediye Başkan
danışmanlarının önünde taşlamasını yapıyor ve oyun bitiminde ciddi bir surat
ifadesiyle: “Kazdıklarımızı doldurduk biz
Sayın Çelikkol, lütfen!” diye bir cevapla karşılaşıyor.
İşte
tam bu noktada “bu hikâyeler çoğalır önemli olan
gibi, ‘Hayal Perdesi’’ni kaynağından, geçmişinden, gelişiminden, musikisinden,
tasvirlerine ve kurgusuna kadar her cephesiyle araştırmak, sonra da yeni
nesillere aktarmak, anlatmak ve sevdirmek gerek. Bunun için üniversite, kişiler,
ustalar, kurum ve kuruluşlar ayrı ayrı ve beraber çalışmalı. Yerel yönetimler
de UNIMA gibi sivil toplum örgütlerine destek vererek bu işlerin içinde olmalı
Bugüne kadar yanlış yapılan hep bu oldu.”“Biz hayaliler ve dernek olarak
üstümüze düşeni yapalım, yöneticiler destek olsunlar. Okullarla da program
yapalım misal. Çocuklarımız kendi kültürünü tanısın. Önce öğretmenlere
tanıtalım. Onlar da bilinçsiz. Çocuklara ödev veriyorlar. Burnundan
getiriyorlar. ”Karagöz yapın getirin,”demişler.
Neyle yapacak çocuk. Koskoca insanlar o figürleri yapmayı öğrenmek için
seminerlere katılıyor. Yap getir, diyorlar. Çocuklar bize geliyor. Ne yapalım
diye. Önce Karagöz Müzesine getir, gezdir. Bir oyun seyretsin. Sonra otursun
çocuk resmini çizsin, mesela”.
Aklıma bir anda “Bir
Usta Bin Usta” projesi geliyor. Karagöz gibi kaybolmaya yüz tutmuş el
sanatlarımızın korumak ve sanatçılar yetiştirmek için başlatılan bir
“sürdürebilirlilik” projesi idi. Ustalar yeni başlayanlara el veriyor!. İşte
benim “kültürel mirasın korunması” işinden anladığım bu. Sanatçıların el
vermesini, boy vermesini ve ürün vermesini sağlamak. Sanata ve sanatçıya tam
destek yani. Şinasi beyde bu projede birçok çırak yetiştirmiş, hatta diyor “Karagöz oynatmaya devam edenler ve Karagöz
tasviri yapanlar var aralarında hem de çok başarılı yetenekli olanlar”.
“Peki,
siz kimlere destek oluyorsunuz?”
diye soruyorum. Bu işte pek destek verilmediğini, Karagöz sanatçılarının çok
kıskanç olduklarını ve bu sebeple yardaklarına fazla bir şey öğretmediklerini
söyleyip ekliyor, “kim ne öğrenirse kendi
çabasıyla öğrenir!”
Yok canım. Biz
biliyoruz işin aslını, Şinasi ben bugüne kadar Tayfun Özeren’e, Bülent Akay’a
ve Ufuk Durmaza peştamal bağlamış. Onların artık “hayali” olduklarını ilan
etmiş işin özü. Bir de ressam İsmail Hakkı Özemek’e, yaptığı muhteşem Karagöz
tasvirleri sebebi ile peştamal bağlamış. Ahilikte bir usul imiş “peştamal kuşanmak”.
Peştamalı kuşanan bundan sonra sözünde duran ve mesleğine hizmet eden bir “hayali”
olacak demekmiş. Şinasi Bey’e ise Atatürk huzurunda Karagöz oynatan ustaların
ustası Hadi Poyrazoğlu tarafından 1994 yılında peştamal kuşatılmış. “Hiç beklemiyordum, o kadar sürpriz oldu ki,
salondan bazı arkadaşlar itiraz etti “biz onu oynatırken görmedik” dediler
ama Hadi bey, beni dükkânda turistlere oynatırken görmüş izlemiş olacak ki “ben gördüm, yetmez mi, çok güzel oynatıyor”
diye sert çıkararak, peştamalı Şinasi bey’in beline dolamış. “Hayali” olduktan
sonra birçok ödüle layık görülen sanatçı için mesleğindeki en büyük ödül
yetiştirdiği sanatçıların ortaya koydukları imiş.
Sonra uzun uzadıya Karagöz
Musikisinden bahsediyoruz. Hayal perdesinde son bölüme kadar bu müzik icra
edilir, tef çalınırmış.“Biz yolculukta,
arabada ya Karagöz müziği ya da Hayali Küçük Ali'nin oyunlarını dinleriz” diyerek
böylece ruhlarını dinlendirdiğini söylüyor sanatçı. Hatta 19.yy'ın başlarında Osmanlı’nın
iyi zamanlarında perdenin arkasında müzik heyeti bulunurmuş. 3 ya da 4
müzisyen, oyuna müzik yaparmış. “Oyunun
son bölümünde ise müziğe güncel bir şeyler ekleyebilirisiniz, Tarkan da olur Sezen
de mesela orası sanatçıya kalmış. Yani oyunlarını güncelleyelim,
modernleştirelim diye yeni oyunlar yazmaya çalışmanın âlemi yok, var olanları
hakkıyla oynatsak bile bize yeter çünkü her Karagöz oyununda hem giriş
bölümünde hem de muhavere bölümünde güncel olaylardan, vakalardan
bahsedilebilir ve son bölüme de yeni tasvirler ve müzikler yerleştirilebilir. Dolayısıyla
hiçbir oyunu iki defa aynı şekilde oynamazsınız” diye başka bir konuya
girmem için bana pas atıyor, lafın ustası.
Temel kişisi Karagöz olan
oyunda ele alınmamış karakter denenmemiş eylem yoktur dense yalan olmaz “Fasıllarının”
konuları ve kahramanları güncel hayatın da konularıdır. Tanzimat döneminden başlayarak
geleneksel çizgideki, basit örf, âdet zanaat parodileri, entrikalı komediler,
kişisel bozukluklar, halk hikâyeleri, destanlar ve dolaylı hicve yönelik sosyal
hayatı anlatan “Kâr-ı kadîm üzere” yazılan oyunların yazıya aktarımı ve yeniden
yazımlarının yanı sıra, özellikle II. Meşrutiyet sürecinde “nev-icâd” oyunların
arttığı, yeni bir toplumsal yapıda Karagöz’ün, toplumun sorunlarını didaktik
kimliğiyle irdeleyen; kimi zaman doktor, kimi zaman gezgin, kimi zaman öğretmen
kimliğinde bir kahraman olarak karşımıza çıktığını görürüz. Cumhuriyet
döneminde de “Üç Karagöz Oyunu”adlı güncel metinin yazarı Aziz Nesin, “Karagöz’ün
Kaptanlığı” adlı ilk oyununda perde oyuna şekil yönünden sadık kalırken,
içerikte dönemin toplumsal ve siyasal olaylarını yoğun biçimde hicveden bir
vakayı konu alır. Mukaddime bölümünde milletvekillerini ve oy avcılığını
kapsayan siyasal bir taşlama yapar. Mukaddime bölümden sonra taşlama artar,
muhavere’den sonra Karagöz’ün kaptanlığından bahsedildiği fasıl bölümü başlar. Bu
bölümde Karagöz, Robert yardım fonundan alınan bir gemiyi Türkiye’ye getirmek
için torpil ve adam kayırma ile mürettebat seçer ve işin ehillerini işe almaz
sonuçta da gemiyi karaya oturmaktan kurtaramaz. Oyun şekil yönünden klasik bir
Karagöz oyunu olup, içerik yönünden siyasi hiciv ve taşlamalarla dolu, muzip
bir komedidir. Güldürür ağlanacak halimize sizin anlayacağınız.
Bugünkü ustaların
çoğu Karagöz'ü politikayla ilgili olmaması gerektiğini savunuyor. “Ben öyle yapmıyorum” diyor usta; “Karagöz eğer halkın sesiyse gerektiğinde
politik konulara da girer, girmesi de gerekir."
Laf lafı açıyor, ama
sabırsız saat hiç yerinde durmuyor. Rüzgâr Misi'de yerini bir sessizliğe
bırakıyor. Çelikkol ailesinin bilge ve samimi ortamından ayrılmanın vakti
geldi. Ne kadar çok konuştuk ne kadar azını yazabildim... Siz benim yazdıklarımla
yetinmeyin lütfen. Hem gidin bir Karagöz oyunu, hem de gelin burada Etnografya
Müzesinde bu bilge ve "nesli
tükenen" sanatçı ile tanışın.
Oyunun son sözünü
söylemek gerekirse; Hayal Perdesinin repertuarı Türk kültürünün âdetlerinin ve ananelerinin
küçük bir özeti gibidir. Gelmişin geçmişin sosyal olaylarını, giyimini
kuşamını, tabirlerini, hal ve hareketlerini bulduğumuz sonsuzluktur bu perde. İcrâ-yı
san’at edebilen hayalilerin er meydanıdır. Halk esprisinin, halk edebiyatının
gelişme sahasıdır. Beslenmezse, korunmazsa yok olur gider.
Her oyunun sonunda Hacivat’ın dediği gibi:
Yıktık
perdeyi,eyledik viran!..
Fakat gidip de bunu haber verecek, ortada, yazık ki,
bir ‘’Sahip’’ bulamıyoruz.
Aslıhan CEYHAN-2012
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Mümin Ceyhan Bursa Kültür Kaynakları
Araştırma Kütüphanesi Karagöz Koleksiyonunda bulunan;
AND, M., Geleneksel Türk
Tiyatrosu, Bilgi yayınevi, Ankara 1969
AND, M., Tanzimat ve İstibdat
Döneminde Türk Tiyatrosu,Türkiye İş Bankası yayınları, Ankara 1972.
EKREM E.,Yedigün Neşriyatı.
GERÇEK, Selim Nüzhet, Türk
Temaşası, Kanaat Kitabevi, İstanbul 1942.
KUNOS, Ignacz, Türk Halk
Edebiyatı, İkbal Kütüphanesi, İstanbul 1925.
SEVİLEN M., Kültür Bakanlığı
Yayınları,1990,
SİYAVUŞGİL, S. E., Karagöz,
Psikososyal Bir Deneme, Maarif matbaası, 1941.
TÖRE E., Türk Tiyatrosunun
Kaynakları. Turkish Studies International Periodical For the
Languages,Literature and History of Turkish or Turkic Volume 4 /1-II Winter
2009
ÖZDEMİR N., Bursa'nın Anısal Tarihi (Sentez Yayıncılık,2009)
Kaynaklardan yararlanılmıştır.
R.Şinasi Çelikkol ile röportaj 13.09.2012 tarihindeyapılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder