Gök delindi sanki! Deli bir lodosun ardından bir anda indiren yağmur, eğer acele edip sığınacak bir yer bulamazsam, iliklerime kadar ıslatabilir beni. Az önce önlerinden geçtiğim gençler, yağmurun bastırmasıyla birlikte, kırlangıçlar gibi tek sıra tünedikleri duvardan art arda zıplayarak, yine tıpkı bir kırlangıç sürüsü gibi yanımdan koşarak geçerlerken bana da yol göstermiş oldular. Buraların yabancısı olmadıkları belli, aklım onları takip et diyor…
Gençlerin ardından girdiğim bahçede ilk gözüme çarpan kameriyenin altına doğru yürüdüm. Bekledim biraz… Yabancı olduğumu sezen güvenlik görevlisi;
-Yağmurun durmasını bekliyorsanız, kütüphaneye inin isterseniz, sıcak bir çay ikram edelim, dedi. Bundan iyisi can sağlığı… Ama ben neredeyim?
- Neresi burası?
-Ünikent öğrenci evleri.
-Burada Kütüphane de mi var?
-Evet, yeni açıldı? Buyurun, kütüphanemizi görmüş olursunuz.
Güvenlik görevlisinin peşine düşüyorum. Kısa bir yürüyüş ve üç beş basamak merdivenden sonra kütüphanenin kapısına varıyoruz. Giriş kapısının sol tarafındaki tabelada “Mümin Ceyhan Bursa Kültür Kaynakları Araştırma Kütüphanesi” yazıyor. İçerde bilgisayarın başında oturan görevli kapının açılmasıyla birlikte başını bize doğru çeviriyor. Güvenlik görevlisi;
-Hanımefendi kameriyenin altında yağmurun dinmesini bekliyordu, buraya getirdim, diyerek açıklama yapıyor. Ahşabın sıcaklığının çerçevelediği, sırt sırta vermiş kitaplarla dolu rafların ortasındayım. Genç görevli; buyurun, diyor… Yağmurun dinmesini bekleyeceğim. Hiç acelem yok. Montumu sandalyenin arkalığına takarken masanın üzerindeki kitap çekiyor dikkatimi. Bir Masaldı Bursa… Dört bir yanımı saran, O masal kentin zamanlarını günümüze taşıyan mürekkebin şahidi kitaplar! Bilinmeyen zamanlardan başlayıp, Hz. Süleyman ile efsaneyi yakalayan, Prusa’dan Bursa’ya uzanan sürecin şahidi kitaplar…
Yılların birikimini, nisyan ile malul hafızamızda zinde tutmak, çabasından uzak kalındığında… Enis Batur bu kitabı elimde sımsıkı tutup, böylesi yağmurlu günlerin melankolik havasında camdan süzülen azıcık ışık ile okumam için bir davet gönderiyor sanki: “…hele Bursa gibi kökü kökeni derinlere inen, güçlü bir imparatorluğun beşiği, onun küllerinden doğmuş bir Cumhuriyetin kavşak-kentlerinden biriyse söz konusu olan: Onu, ilk izleyen, belirtilerden, nişanlardan bugünkü toplam karmaşasına sürükleyen bütün olaylar, insanlar sonsuz çeşitlilikte tabakalar kurar, başı ucu açık bir labirentle özdeşleşirler.”
Kenti sırtlayarak, zamanın ötesine taşıyan, dünün aynası, geleceğin ışığı kitaplar bir koro halinde Bursa türküleri söylemeye başladılar sanki. Sustum… Dinliyorum..
Dijital dünyanın nimetleriyle burada kol kola girmiş olsa da; hissedebilenin varlığından vazgeçemeyeceği kitapların ortasındayım. Eski ciltlerin, saman kâğıda basılı kitapların, dokunabileceğim bir tarihin ortasında. Uzun zamandır şöyle, sararmış, hatta kimi yerleri küf tutmuş, içinde eski sahibinin çizik satırları, not alınmış telefon numaraları olan kitapların arasında bulmamıştım kendimi. Eskiden pazarları çarşıda tezgâh açardı sahaflar, artık onlar da yok ki…
Etrafıma hem şaşkın hem de meraklı gözlerle bir daha baktığımda rafları dolduran kitaplarda, sobası başında ahretliği ile huzurla oturan, camdan yağan yağmuru izleyip radyoda en sevdiği türküleri dinleyen bir insanın saadetini görüyorum. Onlar bu şehrin kitapları, bu şehrin tarihi. Hepsi ait oldukları yerde, olması gerektiği gibi duruyor, onlara uzanacak ilgi dolu bir eli bekliyorlar...
Bir dokunsam neler anlatacaklar kim bilir?
Bursa’nın; en eski tarihli ve zengin şer’iyye sicillerine sahip olduğunu biliyor musunuz? Diye soruyor İsmail Bey, kendisinin tarihçi olduğunu ve şimdilerde Osmanlı Bursası tarihinin sosyolojik, ekonomik, ticari açıdan ele alan kaynakları okuduğunu eklerken. İşte Osmanlı hukukunun en temel kaynaklarından biri olan Şer’iyye Sicillerini kütüphane raflarına koymayı hedeflediğimiz günlerde Nurcan Abacı, 2007 yılında Harvard Üniversitesi tarafından yayınlanan “The Ottoman Judges And Their Registers; The Bursa Court Register B-90/295” adlı çok nadir bulunan eserini bizlere hediye etti. Bakın, şer’iyye sicilleri şehrin yazıldığı dönemdekiher şeyini anlatır size; ticaret, hava durumları, gündelik yaşam. Burada depremlerim, yıkımların, tadilatların çetelesi tutulmuştur; aile sırları da bu sayfalarda dökülür ortaya…
Sayfalar çevrilirken, kitap anlattı ben dinledim şehir hikayelerini..
“Bursa’nın Emirsultan Mahallesinden Rabia Hatun binti Hasan kocası Musa Bin Veli’den altı bin gümüş bir dirhem mihr karşılığında boşanmış ve süt emen kızının yedi yaşına gelinceye kadar bakımını üstelenmiştir (473 numaralı belge s.293)
“Küplüce Köyünden Osman Bin Mustafa, aynı köyde bulunan evini eşi Şerife Kerime Hatun’a yüz kuruşa satmıştır. Paranın tamamını almıştır. Evin eşine ait olduğunu beyan eder (78 numaralı belge s.283.)”
İlerleyen sayfalarda yine kadınların o dönemde genellikle aile fertlerine özellikle kocalarına mülk sattıklarını ve kocalarından mülk aldıklarını gösteren tutanaklar tutulmuş. Bu konu ile ilgili diğer bir kaynak olan Haim Gerber’in “Bir Osmanlı şehri olan Bursa’da kadının sosyo ekonomik statüsü (1600-1700) adlı makalesinde de 17.yy Bursa’sında kadınların aktif borç verici ve alıcı olduklarını belirtmiş. Yine borç verdikleri taraf kocaları imiş. Sizce tahsil edebilmişler midir? Sicillerin devamına bakmak gerek.
Beyin öğrendikçe daha çok iştahı kabarıyor, her çiçekten bal almaya çalışan arı gibi bende her kitaba el atıp bilgi almak istiyorum. Söz konusu içinde yaşadığın kent olunca her şey hem sana çok yakın hem de bir o kadar yabancı kalıyor.
Bir kenti çözmek, günahları hesaba çekip, öz değerleri arındırmak, mümkün müdür, diye düşünürken; birbiri üstüne gelerek şehrin değişimini anlatmayı üstlenmiş il yıllıkları çarptı gözüme.
“Raflarda en eski olarak H 1286 (1869), yılında yayınlanan “Sâlnâme-i Hüdâvendigâr Vilayeti. 1286 Hicri Senesi. Def’a 1” bulunuyor. Tam 12 yıl düzenlice çıktıktan sonra, tek tük aksamalar başlamış olsa da H 1325 (1907) yılına kadar devam etmiş. Uzun bir aradan sonra “Bursa Vilayet Sâlnâmesi. 1927 Senesi Def'a 35” adı altında cumhuriyet dönemi salnamesi basılmış. Devam eden dönemlerde ise 1934, 1967 ve 1973 yıllarında, her il gibi, Bursa il yıllığı da yayımlanmıştı” diye bir giriş yapan İsmail Bey, 1934 yıllığını raftan alırken yere bir fotokart düştü.
“Bayramınız kutlu, göynün şen, göğsün merhametle dolsun” 3.3.1936 eşin emine…
Emine hanım, Bakü’den atına binip Mısıra giderek orada tahsilini tamamlayarak Bursa’ya; Yıldırım Medresesine gelip mollaları yetiştirmekle ömrünü geçiren Dağıstanlı Hacı Zeki Efendi’nin kızıymış. Ön tarafında 1930’ların Atatürk Meydanı’nın resmi bulunan kartı eşi Seyfullah Bey’e yollamış. Foto kartın yanında bir de kenarları yırtılmış, aile albümünden çıkma bir fotoğraf buluyorum.
Kütüphaneye torunları Süheyl Cansev Ünaltay’ın hediye etmiş olduğu bu fotoğrafta talebesi Faik Bey ile 1910 yılının Eylül ayında Yıldırım Türbesi önünde bir Alman fotoğrafçı tarafından görüntülenmiş Hacı Zeki Efendi. Ülkesine dönen Alman, posta ile fotoğrafı kendisine yolladığında Müftü Hacı Zeki Efendi o dönemki koşullarda fotoğrafı saklamak istemeyince yırtmak istemiş. Eşi, elinden alıp saklayınca fotoğrafı kızı Emine Hanım ve torunları sayesinde günümüze kadar taşınmış. Daha da ileriki kuşaklara taşınması için torunları kütüphaneye bağışlamış eski aile fotoğraflarını. İsmail Bey daha bunun gibi birçok eski Bursalı ailelerin fotoğrafları ile dolu bir resim arşivleri olduğunu belirtiyor.
Fotoğrafı yerine koyup tekrar yıllığa göz gezdirmeye devam ediyorum. Dolu dolu geçen bir yıl olmuş 1934 Bursa’da. Türkiye’de ilk kez bir kadın, belediye başkan yardımcısı olmuş; Bursa Belediye Meclisi Zehra Hanım’ı başkan yardımcılığına seçmiş. İşte o belediyenin fen işleri faaliyetlerini anlatıyor bu satırlar.
Şüphe edilemez ki bu faaliyet devam ettikçe Yeşil Bursamızı kâgir ve beton binalarla imar edilmiş, ahşap binalardan kurtulmuş olarak yakın bir zamanda asri bir şehir halinde görebileceğiz. Ancak şehrin şarka mahsus tabiliğinin kaybedilmemesine de dikkat edilmektedir.”
Belediyeler, azalar, yeni yönetimler, her sene tekrarlanan bütçeler; kaydı tutulan her olayla karşılaşıyorum raflarda. Bir yandan şehir hızlı bir modernleşme sürecinde doğuya has özelliklerini kaybetmeden şehirleşmeye ve işgalin yaralarını sarmaya çalışırken bir yandan dünya yeni savaş ortamına giriyor. Bursa da her yer gibi bundan nasibini alıyor. Ayağa kalmaya çalışırken nelerle mücadele ettiklerini anlatmak istiyor 934 yıllığına yaslanmış duran Bursa CHP İvazpaşa Ocağı’nın 1942 kongresine arz edilen bir senelik mesai raporu:
Dilek, şey Hamit Mahallesi yeni sokağına bir lamba idi.
Bütün dünyanın hali hazırdaki büyük harp faciası dolayısıyla malzeme tedarikinde son derece güçlük baş göstermiştir. Vaziyet böyle iken dileğinizi ele alan partimiz ehemmiyetle üzerinde durmuş ve Belediyemizin lütuflarıyla…. sokağına bir ki cem’an dört lamba konulmuş ve o sokaklar aydınlatılmıştır. Bu güçlüğe rağmen Belediyemizin bu hizmeti şayanı şükrandır.
Bir lambanın mevzu bahis edildiği toplantılardan, Bursa’yı dünya kenti yapmaya yönelik projelere doğru uzanan şehir tarihi… Göz alıcı sadeliğinden uzaklaşarak, bir karmaşaya dönüşen şehrin tarihi!
Sokaklarında gezerken çoğu zaman tarih içinde kaybolduğunuz şehir! Kimliği nedir? Tarihin hangi döneminin Bursa’sıdır burası? diye şaşırır kalırsınız. Mysia’nın Olympus’u, Roma’nın Prusa ad Olympium’u, Bizans surları ya da Osmanlı camileri? Bu şehir kaç defa yıkılmış, kaç defa yakılmıştır… Ne depremler, yangınlar, seller, işgaller atlatmıştır. Okursanız bilirsiniz, ya da benim gibi dinlerseniz duyarsınız…
Olympus Mysius, Cebel-i Ruhban ve Keşişdağı gibi değişiklikler geçirdiği halde heybetli cisminde hiçbir tahavvül olmayan Uludağ’ın eteğinde, cismi daima değiştiği halde ismi hiç değişmeyen Bursa’lar görürüz. Hayrullah efendi’nin de 19.yy.’da gördüğü ve hayretler içinde kaldığı bu üç bursa, işte bu muhtelif Bursa’lar silsilesinin en sonuncularındandır. Diye fısıldıyor İsmail Hami Danişmend “Üç Bursa” yazısında 1948 yılında.
Bursa zamanının gözde kızlarından olsa gerek, görücüsü de çok olmuş. Kütüphanede dolaşırken anlıyorsunuz. Seyahatnameler, raf olmaktan çıkmış bir dolaba sığmıyor. Çoğunlukla batılı seyyahların kaleminden okuduğum şehrin, en önemli doğulu gezginlerinden biri de İbn Battuda. 1333 yılında Bursa’ya geldiğini anlatıyor “Ebu Abdullah Muhammed İbn Battuda Tanci, Rıhlet-ü İbn Battûta” adlı kitabında. O anlatırken ben gözümde canlandırmaya çalışıyorum… akademik çevreler tarafından çoğu şeyi “işkembe-i Kübra” dan attığı söylense de, hüzünlendiriyor beni anlattığı panaroma.
“…sonra Bursa şehrine vardık. Bursa muazzam bir şehir, çarşıları güzel, caddeleri geniş. Bahçeler ve gür çaylar çeviriyor şehri. Şehir dışında sıcak akan bir memba var, büyük bir göle dökülüyor. Onun üzerine iki hamam yapılmış, biri erkeklere, diğeri kadınlara ait. Hastalar uzak diyarlarda gelip bu kaplıcada şifa bulurlar…” diyerek Bursa’dan nasıl etkilendiğini anlatıyor.
Tarih, seyahatname, coğrafya derken kütüphanenin kapısı çalınıyor ve içeriye giren kurye İş bankası yayınlarından “Bursa Mutfağı” kitabını getiriyor. Tesadüf bu ya, kitabın seyahatnamelerde bursa mutfağı kısmında yine karşıma çıkıyor İbnBattuda. Şehrin caddelerini sularını, çarşılarını anlattıktan sonra Ahi Şemseddin zaviyesine gittiğini orada eyyam-ı aşura (aşure günü) yaptığı iftar ve sema sonrasında “türk illerinde yaşadığım en güzel günlerden biri oldu” diye noktalıyor yazısını. Bursa kebabından kimse bahsetmemiş mi acaba diye meraklanırken İsmail Bey elime başka bir seyahatname veriyor; 1800’lerde Bursa’da yaşayan ve yaşadıklarını …“Bursa ve Civarı” adlı kitapta özetleyen Marie De Launay yediği türk kebabını şöyle anlatıyordu “çarşıda koyun etini parça parça kesip büyük bir şişe geçirerek, herkesin iştahını artıracak şekilde fırıl fırıl çeviren kebapçılar vardı…”
Birkaç sayfa daha çevirdiğimde bursa mutfağının özel günlerinden olan “eve görücü gelmesi” bahsinde kız istemeye giderken erkek tarafının kız evine mutlaka armut kurabiyesi götürmesi gerektiğini öğreniyorum.. Armut kurabiyesi nasıl mı yapılır? Tarifi ilerleyen sayfalarda mevcut, görücüye gidecekler muhakkak okusun.
Kebaptan, kurabiyeden bahsetmişken, Bursa’nın ürün pazarının genişliğini ve şehrin döneminin en önemli borsalarından biri konumunda olduğunu gözler önüne seren bir kitabı alıyorum elime. Bunu geçenlerde bir dost meclisinde sordulardı bana. “tarihteki ilk standartların nerede yapıldığını biliyor musun?” diye. Biliyordum ama hiç elime alıp okumamıştım.
İsmail Bey, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’ndeki orijinalinden sayın Nezaket Özdemir’in çoğaltıp kütüphanelerine hediye etiğini söylüyor kitabı. Doğru cevap: Bursa ve “Kanunname-i İhtisab-ı Bursa”.Türkçesiyle dünyadaki ilk tüketici kanunu, ilk standartlar kanunu. Şimdiki standartlardan bir farkı yok aslında, değişen sadece ölçü olmuş, karmaşıklık aynı.
İktidar sahibi padişahtan gelen emirde Bursa’da olan iş adamları ve bilirkişilerin hazır bulunrulup her alanda alınan, satılan ve işlenen çeşitli kumaşların, giyeceklerin ve satılan şeylerin tümüne koyulmuş narhların tespiti yapılarak uygulanıp uygulanmadığının belirlenmesi için başlatılan çalışmada mezarlar ile ilgili de çalışma yapılıyor “ mezar kazıcılara sorulduğunda, erkek mezarlarını göğüs hizasına kadar, kadar mezarlarını omuz hizasına kadar sekiz akçaya kazarlarmış. Ve yer ücreti hali vaki yerinde olanlara onbeş, fukaraya on ve sekiz akça olup bundan ziyade alınmayacak. Ve başkasının taşı bir diğerine satılmayacak”.
Adil bir standart değil mi?
Şimdi kütüphanenin en güzel köşesine geliyorum. Kilitli bir dolap içinde muhafaza edilen eski süreli yayınlar dolabı. Hüdâvendigâr gazetesinden bu yana Bursa’da çıkmış ve bulunabilen bütün gazete ve dergiler. İşte tam da burada, doğduğum yıl Bursa’da neler olmuş acaba? İsmail bey, 1979 yılı Bursa gazetelerine bakabilir miyim?
“Vaktin nasıl geçtiğini anlamadınız tabii, maalesef artık kapatıyoruz” dedi, genç adam. Ne kadar zaman geçmişti? Çıkarayak ödünç olarak bir kitap alıyorum. Bugün için belki de her şeyi özetliyordur.
“Biz bu şehri ne okuduk, ne yazdık; onu hiç ama hiç anlamadık. Bencil beyinsizliklerimizin sığ sularında çaresiz kalacağımızı, aklımıza bile getirmedik. Parçaladık, öğüttük, sırıtıp gülüp geçtik. Her bir parçanın bizden neler götürdüğüne dönüp bir bakmadık.
Zamanı ve mekânı bozuk para gibi harcadık. Ne kadar kırık dökük olsalar da onlar yine de benim Bursalarım. Bir kış akşamı eve dönerken, bahara doğru pazaryerinde, belediye otobüslerinin yorgun kalabalığında ve bir okulun son ders zilinde onlar hep Benim Bursalarım”.
Zamanı ve mekânı bozuk para gibi harcadık. Ne kadar kırık dökük olsalar da onlar yine de benim Bursalarım. Bir kış akşamı eve dönerken, bahara doğru pazaryerinde, belediye otobüslerinin yorgun kalabalığında ve bir okulun son ders zilinde onlar hep Benim Bursalarım”.
Nezaket Özdemir’in katkılarıyla..
ASLIHAN CEYHAN
2011 Görükle-BURSA
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder