Saat
22.00’a az kala küçük bir balıkçı sandalı yanaşıyor kıyıya. Ağların arasında
naylon pantolonlarını giymiş iki balıkçı sıkışık biçimde balık ayıklıyor. Ben
diyeyim 50 siz diyin 80 kg balık ağlara takılmış. Balıkçılardan biri “Bülent
abi” diye sesleniyor elinde ağlardan ayıkladığı 1 büyük torba taptaze balığı
garsonlardan birine uzatırken, “konuşuruz, sonra”. Belli ki Temmuz ayı’nın en
“tatilimsi” haftasında bir cumartesi günü akşam vakti tıklık tıklım dolu olan
“bay Nihat” müşterilere balık yetiştiremiyor!
Biz
henüz soğuk mezeler ve sarımsaklı roka salatamızla idare ederken sipariş
ettiğimiz levrek ve papalinaları iptal edip denizden az önce çıkan o
tazeciklerden söylemek istiyoruz. Sonra
kadehler kalkıp sohbete dalınca unutuyor ve önümüzdekilere devam
ediyoruz.
Masadaki
deniz börülcesi, kabak çiçeği dolması, beyaz peynir, şarap soslu kidonya, soya
soslu ahtapot, kalamar, midye dolma, ahtapot, sarımsaklı –domatesli ve bol
zeytinyağlı sora salatası, ahtapot ızgara ve arada gelip ismini kaçırdığımız
mezeler ile yanında kesinlikle “efe rakı” ile efeleniyoruz….masadaki biz dört
yeniyetme gurme, iki kadehi içtikten sonra başlıyoruz değerlendirmelere.
Elimizde puan kartları eksik. “10 üzerinden kaç? On üzerinden kaç” diyor
birisi, “8” diyorum. Sohbet tamamen mezelerin nasıl pişirildiği, içinde neler
olup olmadığı ve beğenilip beğenilmediği konusuyla ballanıyor. Herkesin
fikirleri ortak sayılır. Hiçbirimizin beğenmediği hiçbir şey olmadığı gibi çok
etkilendiğimiz de bir meze olmuyor. Haksızlık ediyorsun demeyin. “bay Nihat”
olsun, cunda sahilindeki tüm diğer balıkçılar olsun 80-100 çeşit arası
yaptıkları rum mezeleri ile bir görsel şölen sunuyorlar gerçekten, fakat tatlar
öyle “unutulmaz” veya “inanılmaz” değil.
Sipariş
ettiğimiz mezelere bakıp da burnunuzu kıvırabilirsiniz ama siz de o muhteşem
eski taş binanın içine girip önünüze çıkan dolaptaki çeşitler arasından seçim
yapın da sonra konuşalım. Türlü çeşitli Girit otları, zeytinyağlılar, Fener
balığı kavurması, kum midyesi, istiridye, kidonya, ahtapot ızgara, levrek
marine, sakızlı ahtapot, bongole, kalamar ızgara, ıstakoz salatası, hardal
soslu bongole, sirkeli kalamar, balık kokoreç, portakallı sübye, balık
pastırması, ahtapot yahni, soya soslu bebek ahtapot ve kaşarlı kidonya gibi
çeşitler arasında bırakın seçim yapmayı aklınızda tutmak bile kolay iş değil.
Meze
ve balık dolabındaki her şeyin tazeliği gözlerden kaçmıyor tabi, veya her türlü
deniz canlısını pişirmede geliştirdikleri kendi yöntemleri, meze kültürüne
kattıkları. Ben bir gurme değilim size şimdi bu mutfak işlerini detaylı
anlatamam fakat, bir kum midyesini veya ahtapotu 3-4 farklı şekilde
pişirebiliyorlar ve hepsi gerçekten damakta güzel tatlar bırakıyor. Yani sizin
anlayacağınız buraya gelince “değişik bir şeyler yedim” diyebiliyorsunuz. Hele
şimdi “ne var taze balık?” lafına devamlı aldığımız “levrek ve çipura
ağabeyicim” lafından sıkılan büyük şehirliler için gerçekten gidilesi bir yer.
Bu yaz aynı balıkları yemekten gına gelmişti…geçti…
Sonuçta benim sizlere önerebileceğim
tüm taze ege otlarını sipariş edin, kesinlikle karides yahni ve ahtapot yahniyi
tercih edin, yanında güzel bir yeşillik salatası söyleyin, mevsimine göre en
iyi durumda olan midye çeşidinden çiğ yiyin, papalina yemeden kalkmayın, benim
gibi aranız olmasa bile peynir tatlısını deneyin, hesap gelince de bozulmayın
kaç çeşit meze söylediniz, insaf!
Unutmadan,
masadaki en güzel tatlardan biri kesinlikle zeytinyağı idi. Oturur oturmaz
gelen roka salatasına neredeyse yarım litre döktüğüm zeytinyağını hemen garsona
sordum ve “özgün marka, şu sokağın hemen başında” cevabını aldım. Dönerken de
10 litre’lik tenekelerimi. Aroması, rengi, damakta bıraktığı tadıyla 4-4’lük
bir zeytinyağı idi.
Servise
gelince, o kadar kalabalık ve çeşitle nasıl başa çıkıyorlar bilmiyorum. Ama
siparişleriniz belirli bir sırada geliyor, unutulan olmuyor mu oluyor tabii ki
ama ısrarla istemeye devam ederseniz o da geliyor. Çok deneyimli oldukları
belli olan 2 şef kulaklarında telsiz kulaklıkları, mutfaktan gelen haberleri
alıyorlar ve hemen garsonlar koşup servisleri yapıyor. Çok yoruluyor garsonlar.
Şıpır şıpır ter döküyorlar. Yine de bundan sonra daha az kalabalık olan başka
mekanları tercih edeceğim konusunda hiçbir şüphem yok. Ben meze-rakı-sohbet
üçlüsünde bir de sakinliği seviyorum. Deniz kenarında denizi dinleyemediğim
akşamlar biraz eksik kalıyor.
Başka
bir nokta müşteri portföyün çeşitliliği. İnanamazsınız! Zaten hiçbir şehir
balıkçısında bu kozmopolit hava olamaz. Ayağına terliğini geçirmişi, üstüne kat
katlarını giymişi, anneannesini getirmişi, çoluk çocuk gelmişi, eski dostuyla
takılanı, erkek erkeğe, kız kızası, ünlüsü, ünsüzü, üstlüsü, üstsüzü (espri),
kola içeni, en iyisinden şarap yudumlayanı, rakı fondipleyeni…Mezesi kadar
tipleri de bin bir çeşit..
Çıkarken
biraz sohbet ettiğimiz beyefendi’den ki kendisi- “Bay Nihat”’ın oğlu Hakan bey,
yaz aylarında günde 80-100 çeşit meze çıkardıklarını yazın gecede 200 kişiye yakın misafir
ağırladıklarını, kışın da açık olduklarını, rezervasyonsuz kesinlikle hafta
sonları yer bulunmadığını, babalarının İstanbul'da bir restoranda çalıştıktan
sonra Cundaya gelip bay Nihat'ı açtığını çok kısa şekilde bize anlatıyor. kısa kısa notlarımı alıp, hesabı ödeyip
seneye bir daha gelmek üzere ayrılıyoruz oradan. Herkese tavsiye ediyorum. bu
arada içkili adam başı 100 papel'den aşağı inmez hesap haberiniz olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder