16 Şubat 2011 Çarşamba

Cunda'da


            Saat 22.00’a az kala küçük bir balıkçı sandalı yanaşıyor kıyıya. Ağların arasında naylon pantolonlarını giymiş iki balıkçı sıkışık biçimde balık ayıklıyor. Ben diyeyim 50 siz diyin 80 kg balık ağlara takılmış. Balıkçılardan biri “Bülent abi” diye sesleniyor elinde ağlardan ayıkladığı 1 büyük torba taptaze balığı garsonlardan birine uzatırken, “konuşuruz, sonra”. Belli ki Temmuz ayı’nın en “tatilimsi” haftasında bir cumartesi günü akşam vakti tıklık tıklım dolu olan “bay Nihat” müşterilere balık yetiştiremiyor!

            Biz henüz soğuk mezeler ve sarımsaklı roka salatamızla idare ederken sipariş ettiğimiz levrek ve papalinaları iptal edip denizden az önce çıkan o tazeciklerden söylemek istiyoruz. Sonra  kadehler kalkıp sohbete dalınca unutuyor ve önümüzdekilere devam ediyoruz.

            Masadaki deniz börülcesi, kabak çiçeği dolması, beyaz peynir, şarap soslu kidonya, soya soslu ahtapot, kalamar, midye dolma, ahtapot, sarımsaklı –domatesli ve bol zeytinyağlı sora salatası, ahtapot ızgara ve arada gelip ismini kaçırdığımız mezeler ile yanında kesinlikle “efe rakı” ile efeleniyoruz….masadaki biz dört yeniyetme gurme, iki kadehi içtikten sonra başlıyoruz değerlendirmelere. Elimizde puan kartları eksik. “10 üzerinden kaç? On üzerinden kaç” diyor birisi, “8” diyorum. Sohbet tamamen mezelerin nasıl pişirildiği, içinde neler olup olmadığı ve beğenilip beğenilmediği konusuyla ballanıyor. Herkesin fikirleri ortak sayılır. Hiçbirimizin beğenmediği hiçbir şey olmadığı gibi çok etkilendiğimiz de bir meze olmuyor. Haksızlık ediyorsun demeyin. “bay Nihat” olsun, cunda sahilindeki tüm diğer balıkçılar olsun 80-100 çeşit arası yaptıkları rum mezeleri ile bir görsel şölen sunuyorlar gerçekten, fakat tatlar öyle “unutulmaz” veya “inanılmaz” değil.
            Sipariş ettiğimiz mezelere bakıp da burnunuzu kıvırabilirsiniz ama siz de o muhteşem eski taş binanın içine girip önünüze çıkan dolaptaki çeşitler arasından seçim yapın da sonra konuşalım. Türlü çeşitli Girit otları, zeytinyağlılar, Fener balığı kavurması, kum midyesi, istiridye, kidonya, ahtapot ızgara, levrek marine, sakızlı ahtapot, bongole, kalamar ızgara, ıstakoz salatası, hardal soslu bongole, sirkeli kalamar, balık kokoreç, portakallı sübye, balık pastırması, ahtapot yahni, soya soslu bebek ahtapot ve kaşarlı kidonya gibi çeşitler arasında bırakın seçim yapmayı aklınızda tutmak bile kolay iş değil.
            Meze ve balık dolabındaki her şeyin tazeliği gözlerden kaçmıyor tabi, veya her türlü deniz canlısını pişirmede geliştirdikleri kendi yöntemleri, meze kültürüne kattıkları. Ben bir gurme değilim size şimdi bu mutfak işlerini detaylı anlatamam fakat, bir kum midyesini veya ahtapotu 3-4 farklı şekilde pişirebiliyorlar ve hepsi gerçekten damakta güzel tatlar bırakıyor. Yani sizin anlayacağınız buraya gelince “değişik bir şeyler yedim” diyebiliyorsunuz. Hele şimdi “ne var taze balık?” lafına devamlı aldığımız “levrek ve çipura ağabeyicim” lafından sıkılan büyük şehirliler için gerçekten gidilesi bir yer. Bu yaz aynı balıkları yemekten gına gelmişti…geçti…
Sonuçta benim sizlere önerebileceğim tüm taze ege otlarını sipariş edin, kesinlikle karides yahni ve ahtapot yahniyi tercih edin, yanında güzel bir yeşillik salatası söyleyin, mevsimine göre en iyi durumda olan midye çeşidinden çiğ yiyin, papalina yemeden kalkmayın, benim gibi aranız olmasa bile peynir tatlısını deneyin, hesap gelince de bozulmayın kaç çeşit meze söylediniz, insaf!
            Unutmadan, masadaki en güzel tatlardan biri kesinlikle zeytinyağı idi. Oturur oturmaz gelen roka salatasına neredeyse yarım litre döktüğüm zeytinyağını hemen garsona sordum ve “özgün marka, şu sokağın hemen başında” cevabını aldım. Dönerken de 10 litre’lik tenekelerimi. Aroması, rengi, damakta bıraktığı tadıyla 4-4’lük bir zeytinyağı idi.

            Servise gelince, o kadar kalabalık ve çeşitle nasıl başa çıkıyorlar bilmiyorum. Ama siparişleriniz belirli bir sırada geliyor, unutulan olmuyor mu oluyor tabii ki ama ısrarla istemeye devam ederseniz o da geliyor. Çok deneyimli oldukları belli olan 2 şef kulaklarında telsiz kulaklıkları, mutfaktan gelen haberleri alıyorlar ve hemen garsonlar koşup servisleri yapıyor. Çok yoruluyor garsonlar. Şıpır şıpır ter döküyorlar. Yine de bundan sonra daha az kalabalık olan başka mekanları tercih edeceğim konusunda hiçbir şüphem yok. Ben meze-rakı-sohbet üçlüsünde bir de sakinliği seviyorum. Deniz kenarında denizi dinleyemediğim akşamlar biraz eksik kalıyor.
            Başka bir nokta müşteri portföyün çeşitliliği. İnanamazsınız! Zaten hiçbir şehir balıkçısında bu kozmopolit hava olamaz. Ayağına terliğini geçirmişi, üstüne kat katlarını giymişi, anneannesini getirmişi, çoluk çocuk gelmişi, eski dostuyla takılanı, erkek erkeğe, kız kızası, ünlüsü, ünsüzü, üstlüsü, üstsüzü (espri), kola içeni, en iyisinden şarap yudumlayanı, rakı fondipleyeni…Mezesi kadar tipleri de bin bir çeşit..

            Çıkarken biraz sohbet ettiğimiz beyefendi’den ki kendisi- “Bay Nihat”’ın oğlu Hakan bey, yaz aylarında günde 80-100 çeşit meze çıkardıklarını yazın  gecede 200 kişiye yakın misafir ağırladıklarını, kışın da açık olduklarını, rezervasyonsuz kesinlikle hafta sonları yer bulunmadığını, babalarının İstanbul'da bir restoranda çalıştıktan sonra Cundaya gelip bay Nihat'ı açtığını çok kısa şekilde bize anlatıyor.  kısa kısa notlarımı alıp, hesabı ödeyip seneye bir daha gelmek üzere ayrılıyoruz oradan. Herkese tavsiye ediyorum. bu arada içkili adam başı 100 papel'den aşağı inmez hesap haberiniz olsun.
 2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder