Klasik olmak, moda olmak-bir şey olmak ya da hiçbir şey olmamak!
Zevkler, beğeniler veya alışkanlıklar çok değişken. Az vakitte çok şey yazmak için oturdum bilgisayarın başına ama sözcükler dökülmeye başlanınca el de yürek de yetişemez onun hızına misali sanırım sizi 3-5 dakika burada tutacağım.
Aslında yazmak istediğim çok basit bir konu. Klasik olmak!
“Klasik olmak” veya “olabilmek” derken tutup da size bu kelimenin sözlük anlamı veya özlük değeri üzerinde yorumlar yapmayacağım. Sadece içimden gelenlerle benim için klasikleşmek ne demek onu söyleyeceğim.
Sevilir olmak kolaydır mesela. Kısa sürelisi tabii. Kısa süreliğine bir yavru köpeğe bayılırsınız. İçinize sokasınız gelir onu. Ama iş oturup ona emek harcamaya bakmaya gelince, yani sorumluluklar omzunuza yüklenince o iş biraz bozulur. Sevgi daim olur ama vazgeçiverirsiziz bir hayvan yetiştirme fikrinden.
Bir adama aşık olursunuz… Ohh ne güzel. Günler günleri aylar ayları kovalar birliktelik gelir çattt diye bir kapıya dayanır. Dayatma, toplum baskısı ne derseniz diyin işte “evlilik” fikri atılınca ortaya; o iş biraz bozulur . Sevgi daim olur ama vazgeçiverirsiziz birden o adamdan…
Bir yemeğe bayılırsınız. Hapur hupur götürürsünüz. Bir gün iki gün derken her gün papaz pilav yemez der çıkarsınız işin içinden vazgeçiverirseniz birden o yemekten…
Daha örnekler uzatılır da uzatılır. Günlük hayatınızda birçok şey kısa veya uzun süreli hayatınıza girer çıkar- girer çıkar, alternatif akım gibi. Ve bu giriş çıkışlar bir rutine oturur. Bu rutin giriş çıkışların arasında ise bazı mihenk taşları gibi yerinden oynamayan noktalar olur. Ne gibi mi? Örneğin çocukluğunuzdan beri ailenizle Pazar sabahları kahvaltınıza gittiğiniz, hani enfes sucuklu yumurta yapan o kafe gibi. Veya bilmem kaç yıldır evinizin alışverişini yaptığınız şarküteriniz gibi. Hani o şahane beyaz peyniri her seferinde sizi hiç konuşturmadan torbanıza atan. Veya balıkçınız? Hiç kokmuş balık verdi mi size kaç yıldır? Kasabınız bu antirikotu aman suyunu kaybettirmeden pişir diye kaç defa söyledi? İşte hem değerleri hem de hoş sohbetleri ile hayatınızın renkleri ve güvenli limanlarıdır tip duraklar.
Benim için de hayatımın vazgeçilmezleri olan ve beni yaşadığım kente bağlayan bazı duraklar ”klasikler” var.
Bugüne kadar kasabım, manavım veya restoranım hakkında yazmak hiç aklıma gelmemişti dün akşama kadar. Dün akşam çok sevdiğimiz dostlarımızla akşam yemeği yemek için saat 20.00 ‘de Saki’de buluşacaktır. Hani şu Bademli’nin girişindeki Rum Meyhanesi. Baktık saat 19.30 yolda hemen bademli kavşağında trafik ışıklarındaki kasabımıza “Adnan-Ali” ‘ye uğrayalım dedik. Uğradık da. Her zamanki gibi gözleri kamaştıran bir tezgâhları vardı. Her halde tezgâhta 10 kuzu iki sığır 50 tavuk. Ne biliyim işte bir ahır dolusu hayvan vardı. Antrikotundan bonfilesine, böbreğinden kuzu ciğerine incikten, stranagonofa, beytiye, kuzu küşlemeye kadar her şey. Bir oya gibi işlenmiş inci gibi dizilmiş bir tezgâh. Hancı’dan ayrılıp kendi işlerinin sahibi olduklarından beri böyle tezgâh yapıyorlar her gün. Tezgah dediğim vitrin gibi. Önceleri biraz zor dayandılar ama şimdi emeklerinin karşılığını alıyorlar.
Ali usta ile sohbete dalıyoruz. Geçen hafta yediğim pirzolayı unutamadığımı, o pirzolanın kenar yağlarından ve etlerinden kaburga ile karıştırdığı kıyma ile yaptığım köftenin ise parmakları yedirdiğini anlatıyorum. Umut (eşim) soruyor hemen. “İşin sırrı ne ?” diyor. “Kuzu”. “En geç 4 aylık kuzu kesiyoruz. Ucuz olsun diye sığır da veya kuzuda kartı kesmiyoruz” diyor Ali hemen. E belli zaten. Fazla söze gerek yok. Neyse alışverişimizi yapıyoruz ve kasada da faturayı hiç düşünmeden alıyoruz etlerimizi ve ikinci durağımıza gidiyoruz. Saki!
Kapıda “hoş geldin abi buyurun masanız hazır” muhabbetinden sonra her gün özenle yapılan taptaze ve inanılmaz lezzetli mezeler geliyor bir bir. Hiçbir şey özensiz alelade yapılmış değil. Aman bir herse yapayım da koyayım masaya yok. Bursa2da böyledir çünkü. Dostlar meze koydu desin diye meze yapar restoranlar. Sonra o salata! Taptaze yeşillikler içinde özenle doğranmış ve hazırlanmış ve iyi bir zeytinyağı ile servis edilen salata. Etler???? Zaten anlatmaya gerek yok herhalde. Bursalıya pirzola ve köfteden başka et yediren yegâne adam! Bonfile, küşleme, sırt… Az pişmiş, kanı üstünde gerçek et. Kurutulmamış ama kanı da pişmiş. Tam olması gereken kıvamda. Peki, o garsonların güler yüzü ve istekli servisi. “İçseler de gitseler” yok hiç yüzlerinde. Hep iyi bir hizmet sunmak ve mutlu etmek için çabalayan personel. Kılık kıyafet düzgün. Bir gün bile kirli veya kokan üst baş görmedim. Her neyse “her şey dört dörtlük diyorsun da Bursa’da böyle çok yer var Aslıcım neden bu kadar etkileniyorsun? “ Diyorlar bana. Onun sırrı da hesap gelince ortaya çıkıyor. Bu kadar yemeğe ve içmeye öyle bir hesap geliyor ki. Bu işletme bana “Aslı evde yemek pişirme her akşam gel daha ucuza çıkar” demeye getiriyor işte. Masada herkes şaşkın hesabı kontrol ediyor. “Bir yanlışlık olmalı!” Arkadaşlar “Umut bu hesap sana böyle gelmiş, bu kadar uygun hesap olmaz “ diyorlar. Ama yanılıyorlar. Hesabı tutanın, hesabı gerçekten tutuyor! Ve bizi haftanın 2-3 günü oradan mutlu ayırıyor. E ne oluyor sonra? Bir klasik oluyor “Saki”. Sağında solunda türlü yerler açılıyor kapanıyor, ama Saki her gün tam dolduruyor masaları. Rezervasyonsuz asla yer yok!
Not: Diğer klasiklerimi yazmaya devam edeceğim…
Not 2: Söylemeden duramayacağım, umarım siz büyük plaza sitelerde oturup büyük alışveriş merkezlerinden alışveriş edenlerden değilsinizdir. Yoksa beni anlamış olmanız imkânsız!
Saki Rum Meyhanesi: 0224 5490289
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder