9 Ağustos 2013 Cuma

Suvla Şarapçılık

"Mitolojik kaynaklarda 'şarabın doğduğu yer' olarak gösterilen  Gelibolu Tarihi Yarımadası yepyeni bir şarap markasına ev sahipliği yapıyor.  İsmini yarımadanın Kuzey Ege sahilindeki Suvla Koyu’ndan alan SUVLA, şarabın doğduğu toprakların ruhunu yeniden canlandırarak, 'şato tipi' yüksek nitelikli şarap yapma idealini gerçekleştiriyor. Bu bölgenin şarapları, ait oldukları muhteşem coğrafyayı ve tarihle dolu bir geçmişi geleceğe taşımayı hayal ediyor.

Suvla Şarapları, Kabatepe bölgesinde deniz manzaralı çam ormanları ile çevrelenmiş, yoğun iyot ve reçine kokuları içindeki 440 dönümlük aile bağları Bozokbağ'da yetişen üzümlerden üretiliyor. İyi Tarım Uygulaması (GAP) Sertifikası'na sahip kendi bağlarında yetişen üzüm cinsleri; Cabernet Sauvignon, Merlot, Shiraz, Cabernet Franc, Grenache Noir, Petit Verdot,  Chardonnay, Sauvignon Blanc, Roussanne ve Marsanne'dan oluşuyor. Şato tipi şarap üretebilmek için yakın mesafe prensibine göre, bağlara 3-14 km. uzaklıkta Eceabat'ta konumlandırılan Suvla şaraphanesi, yerçekimi sistemi ve özel soğuk hava odalarının da bulunduğu, gelişmiş teknoloji ve doğal yöntemlerin kullanıldığı çağdaş bir şarap üretim merkezi. 

Bağcılık için çok elverişli bir coğrafyanın güçlü teruar desteği, yüksek teknolojik altyapı ve insan gücünün dengeli birleşimi ile, enologlar Jacques Antoine Toublanc, Charles Emmanuel Girard, Francis Poirelwww.litov-oenologie.fr/ Dimitar Dimov ve Eda Acılıoğlu'nun farklı yapım teknikleri ve zengin bir çeşitlilikle üretilen kırmızı, beyaz ve roze şaraplar; Kabatepe, Suvla, Sur, Suvla Reserve ve Suvla Grand Reserve serileri altında sunuluyor." (Suvla Şarapçılık'ın kendi internet sitesinden alınmıştır)

Suvla Şarapçılık Tarihi Gelibolu Yarımadasında gerçekten bir gizli zenginlik. Gerek bağları, gerek se üretim yerleri ve butikleri günümüz Türkiye Butik şarapçılığını farklı bir yöne taşır nitelikte. Yaptıkları ciddi yatırım sayesinde şu an pazarda da çok sık rastladığımız Suvla şarapları günden güne daha da iyi olacaktır şüphesiz. Yaratıcılarının etkileyici iştahı, samimiliği ve enerjisi şaraplarına da yansıdığında şato şarapları kalitesinde şaraplar içeceğimizden hiç şüphem yok.



Bu güçlü teruar'da üretilen henüz çok genç şarapların tadım notlarını bu konunun gerçek uzmanlarına bırakarak sizlere bu bölgeye giderseniz muhakkak uğranması gereken bir destinasyon olarak önerebileceğim Suvla tesislerine bir grup eşliğinde giderek  şanslıysanız da markanın yaratıcıları ile tanışıp; bağları, bağ evini, üretim tesisini ve mahzeni gezmenizi tavsiye ederim. Söz bitsin kareler konuşsun diyorsanız işte size Gelibolu yarımadasında "yaratılmış bir güzellik"; biraz Provance biraz Tuscany esintisi bir yolculuk....














Bursa'da klasikler

Klasik olmak, moda olmak-bir şey olmak ya da hiçbir şey olmamak! Zevkler, beğeniler veya alışkanlıklar çok değişken. Az vakitte çok şey yazmak için oturdum bilgisayarın başına ama sözcükler dökülmeye başlanınca el de yürek de yetişemez onun hızına misali sanırım sizi 3-5 dakika burada tutacağım. Aslında yazmak istediğim çok basit bir konu. Klasik olmak! “Klasik olmak” veya “olabilmek” derken tutup da size bu kelimenin sözlük anlamı veya özlük değeri üzerinde yorumlar yapmayacağım. Sadece içimden gelenlerle benim için klasikleşmek ne demek onu söyleyeceğim. Sevilir olmak kolaydır mesela. Kısa sürelisi tabii. Kısa süreliğine bir yavru köpeğe bayılırsınız. İçinize sokasınız gelir onu. Ama iş oturup ona emek harcamaya bakmaya gelince, yani sorumluluklar omzunuza yüklenince o iş biraz bozulur. Sevgi daim olur ama vazgeçiverirsiziz bir hayvan yetiştirme fikrinden. Bir adama aşık olursunuz… Ohh ne güzel. Günler günleri aylar ayları kovalar birliktelik gelir çattt diye bir kapıya dayanır. Dayatma, toplum baskısı ne derseniz diyin işte “evlilik” fikri atılınca ortaya; o iş biraz bozulur . Sevgi daim olur ama vazgeçiverirsiziz birden o adamdan… Bir yemeğe bayılırsınız. Hapur hupur götürürsünüz. Bir gün iki gün derken her gün papaz pilav yemez der çıkarsınız işin içinden vazgeçiverirseniz birden o yemekten… Daha örnekler uzatılır da uzatılır. Günlük hayatınızda birçok şey kısa veya uzun süreli hayatınıza girer çıkar- girer çıkar, alternatif akım gibi. Ve bu giriş çıkışlar bir rutine oturur. Bu rutin giriş çıkışların arasında ise bazı mihenk taşları gibi yerinden oynamayan noktalar olur. Ne gibi mi? Örneğin çocukluğunuzdan beri ailenizle Pazar sabahları kahvaltınıza gittiğiniz, hani enfes sucuklu yumurta yapan o kafe gibi. Veya bilmem kaç yıldır evinizin alışverişini yaptığınız şarküteriniz gibi. Hani o şahane beyaz peyniri her seferinde sizi hiç konuşturmadan torbanıza atan. Veya balıkçınız? Hiç kokmuş balık verdi mi size kaç yıldır? Kasabınız bu antirikotu aman suyunu kaybettirmeden pişir diye kaç defa söyledi? İşte hem değerleri hem de hoş sohbetleri ile hayatınızın renkleri ve güvenli limanlarıdır tip duraklar. Benim için de hayatımın vazgeçilmezleri olan ve beni yaşadığım kente bağlayan bazı duraklar ”klasikler” var. Bugüne kadar kasabım, manavım veya restoranım hakkında yazmak hiç aklıma gelmemişti dün akşama kadar. Dün akşam çok sevdiğimiz dostlarımızla akşam yemeği yemek için saat 20.00 ‘de Saki’de buluşacaktır. Hani şu Bademli’nin girişindeki Rum Meyhanesi. Baktık saat 19.30 yolda hemen bademli kavşağında trafik ışıklarındaki kasabımıza “Adnan-Ali” ‘ye uğrayalım dedik. Uğradık da. Her zamanki gibi gözleri kamaştıran bir tezgâhları vardı. Her halde tezgâhta 10 kuzu iki sığır 50 tavuk. Ne biliyim işte bir ahır dolusu hayvan vardı. Antrikotundan bonfilesine, böbreğinden kuzu ciğerine incikten, stranagonofa, beytiye, kuzu küşlemeye kadar her şey. Bir oya gibi işlenmiş inci gibi dizilmiş bir tezgâh. Hancı’dan ayrılıp kendi işlerinin sahibi olduklarından beri böyle tezgâh yapıyorlar her gün. Tezgah dediğim vitrin gibi. Önceleri biraz zor dayandılar ama şimdi emeklerinin karşılığını alıyorlar. Ali usta ile sohbete dalıyoruz. Geçen hafta yediğim pirzolayı unutamadığımı, o pirzolanın kenar yağlarından ve etlerinden kaburga ile karıştırdığı kıyma ile yaptığım köftenin ise parmakları yedirdiğini anlatıyorum. Umut (eşim) soruyor hemen. “İşin sırrı ne ?” diyor. “Kuzu”. “En geç 4 aylık kuzu kesiyoruz. Ucuz olsun diye sığır da veya kuzuda kartı kesmiyoruz” diyor Ali hemen. E belli zaten. Fazla söze gerek yok. Neyse alışverişimizi yapıyoruz ve kasada da faturayı hiç düşünmeden alıyoruz etlerimizi ve ikinci durağımıza gidiyoruz. Saki! Kapıda “hoş geldin abi buyurun masanız hazır” muhabbetinden sonra her gün özenle yapılan taptaze ve inanılmaz lezzetli mezeler geliyor bir bir. Hiçbir şey özensiz alelade yapılmış değil. Aman bir herse yapayım da koyayım masaya yok. Bursa2da böyledir çünkü. Dostlar meze koydu desin diye meze yapar restoranlar. Sonra o salata! Taptaze yeşillikler içinde özenle doğranmış ve hazırlanmış ve iyi bir zeytinyağı ile servis edilen salata. Etler???? Zaten anlatmaya gerek yok herhalde. Bursalıya pirzola ve köfteden başka et yediren yegâne adam! Bonfile, küşleme, sırt… Az pişmiş, kanı üstünde gerçek et. Kurutulmamış ama kanı da pişmiş. Tam olması gereken kıvamda. Peki, o garsonların güler yüzü ve istekli servisi. “İçseler de gitseler” yok hiç yüzlerinde. Hep iyi bir hizmet sunmak ve mutlu etmek için çabalayan personel. Kılık kıyafet düzgün. Bir gün bile kirli veya kokan üst baş görmedim. Her neyse “her şey dört dörtlük diyorsun da Bursa’da böyle çok yer var Aslıcım neden bu kadar etkileniyorsun? “ Diyorlar bana. Onun sırrı da hesap gelince ortaya çıkıyor. Bu kadar yemeğe ve içmeye öyle bir hesap geliyor ki. Bu işletme bana “Aslı evde yemek pişirme her akşam gel daha ucuza çıkar” demeye getiriyor işte. Masada herkes şaşkın hesabı kontrol ediyor. “Bir yanlışlık olmalı!” Arkadaşlar “Umut bu hesap sana böyle gelmiş, bu kadar uygun hesap olmaz “ diyorlar. Ama yanılıyorlar. Hesabı tutanın, hesabı gerçekten tutuyor! Ve bizi haftanın 2-3 günü oradan mutlu ayırıyor. E ne oluyor sonra? Bir klasik oluyor “Saki”. Sağında solunda türlü yerler açılıyor kapanıyor, ama Saki her gün tam dolduruyor masaları. Rezervasyonsuz asla yer yok! Not: Diğer klasiklerimi yazmaya devam edeceğim… Not 2: Söylemeden duramayacağım, umarım siz büyük plaza sitelerde oturup büyük alışveriş merkezlerinden alışveriş edenlerden değilsinizdir. Yoksa beni anlamış olmanız imkânsız!


Saki Rum Meyhanesi: 0224 5490289